27 Kasım 2007 Salı

Doğu ve güneydoğu bölgesi

Diyarbakır Surları bazalt taşından yapılmış olup ülkemizin en uzun surları olma özelliğine sahiptir. Surların uzunluğu 5 kilometreyi geçmektedir.
Mardin, geleneksel estetik mimarisini koruyan sayılı kentlerimizden biridir. Konumu itibariyle ve bozulmamış haliyle farklı bir beldedir.

Şanlı Urfa ve Harran, dini inanışlara göre Nuh soyundan gelen ve Dünyadaki büyük dinlerin babası olan İbrahim peygamberin yaşadığı kutsal yerlerdir. Şanlı Urfa'nın Bozova ilçesinde tamamlanan Türkiye'nin en büyük, dünyanın 4. büyük barajı olan Atatürk Barajı gölünün çevresi doğal güzelliklerle çevrilidir.

Harran ovası geniş ekim alanlarıyla Türkiye'nin en verimli tarım ürünlerini yetiştiren bölgesi olacaktır. Gazi Antep, Güneydoğu Anadolu'nun en önemli sanayi ve tarım yöresidir. Gazi Antep'e kadar gelmişken ünlü kebaplarından, lahmacunundan, baklavasından ve ilginç bir sentez olan Gazi Antep mutfağına ait yemeklerden yemeden, yakınlarınız için bir kaç paket Antep fıstığı almadan ayrılacağınızı sanmıyoruz.

Adıyaman'ın kuzeydoğusunda, Nemrut Dağı'nda Kommagene Kralı I. Antiokhos için yaptırılan Anıt-Mezar bulunmaktadır. Nemrut Dağındaki Anıt-Mezarın doğu ve batısında tören terasları ve bu teraslarda da dev tanrı heykelleri yer almaktadır. Nemrut Dağını görebilmenin en ideal zamanı gün batımıdır.

Malatya, Aşağı Fırat Bölgesi'nde yer alan önemli bir sanayi ve tarım bölgesidir. Kayısısıyla ünlü ilimiz, Battalgazi ilçesinde bulunan ve XIII. yüzyılda yaptırılmış olan Ulu Cami, çinileriyim de ünlüdür.

18 Kasım 2007 Pazar

Ege bölgesi

Ege Bölgesi

Anadolu yarımadasının en batı bölgesi olan EGE Bölgesi, adını Ege denizinden alan Türkiye'nin yedi cografi bölgesinden birisidir.Kuzey-kıyıda Edremit körfezi ile başlayıp,güneyde Marmaris Hisarönü körfezini de içine alan bölge KIYI EGE, Uşak,Afyon ve Kütahya illerinin yer aldığı doğu kısım ise İÇ BATI ANADOLU ya da İÇ EGE adı ile anılır.

Bugun EGE denizi olarak bilinen alanda, yer kabugu hareketlerinin en yoğun olduğu dönemlerde depremler sonucu tabanın cökmesi ile bugünkü adalar, yarım adalar ve Ege kıyıları olusmuştur.

Bölgedeki dağlar kıyıya dik uzandığı için kıyılar girintili-çıkıntılı ve Enine Kıyı Tipidir. Kıyılarda birçok körfez, koy, yarımada ve buruna rastlanır. Edremit, Çandarlı, İzmir, Kuşadası, Güllük, Gökova başlıca körfezleridir. Reşadiye, Bozburun, Dilek ve İzmir - Karaburun başlıca yarımadalarıdır. Ege kıyıları girintili-çıkıntılı olduğu için Türkiye'nin en uzun kıyısıdır. Muğla, 1.100 km.lik kıyı şeridi ile yine Türkiye'nin en uzun kıyısına sahip ilidir.

Asıl Ege Bölümü, faylanma hareketlerine uğradığı için Kaz Dağı, Madra Dağı, Yunt Dağı, Bozdağlar ve Aydın Dağları faylanma sonucu yüksekte kalmış horstlardır. Bölümün güneyinde uzanan Menteşe Dağlarının uzanış yönü ise kıyıya paraleldir. İç Batı Anadolu'ya gidildikçe yükseklikler de artar. Bu bölümde, Alaçam, Eğrigöz, Murat ve Sandıklı Dağları vardır.

Ege Bölgesi Türkiye'deki çöküntü (Graben) ovalarının en fazla görüldüğü bölgedir. Büyük Menderes, Küçük Menderes,Gediz ve Bakırçay ovaları en verimli toprakların olusturdugu ovalardandır. Ayrıca kıyıda Menemen ve Balat delta ovaları vardır.

Ege Bölgesinin Doğu-Batı yönünde akışa sahip olan akarsularının yaz aylarında akım hızları düşer. En belirgin akarsu kaynakları ise Bakırçay, Gediz, Büyükmenderes ve Küçükmenderes'dir. Çöküntü ovaları içinde akan akarsuların yatak eğimleri azdır dolayısıyle akarsular yataklarında Menderes (Büklüm) çizerek akarlar.

Ege Bölgesi doğal göller bakımından zengin değildir. Bölgenin başlıca gölleri alüvyal set oluşumlu Bafa ve Marmara Gölleridir. Bölgenin Kıyı kesiminde Akdeniz İklimi görülür. Bu iklim Dağların denize dik uzanmasından dolayı iç kesimlere kadar sokulur. İç Batı Anadolu Bölümünde ise karasal iklim görülür.Akdeniz ikliminin görüldüğü yerlerde maki, iç kesimlerde ise bozkırlar hakimdir.Ege Bölgesinde çöküntü ovalarının olduğu yerlerde nüfus sıktır. Menteşe yöresinde ise engebeli bir arazi olduğu için nüfus seyrektir.

Kıyı Ege Bölümünde, graben ovaların oluşu sayesinde içlere kadar sokulan Akdeniz İklimi görülür. Bu alanlarda yazları sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağışlı bir iklim hakimdir. Bitki örtüsü çoğunlukla makidir ve yer yer ormanlara da rastlanır. Bu bölgede yağışlar ocak ayında daha fazla görülmektedir.İç Batı Anadolu bölümüne gidildikçe yüksekliğin artması ve denize olan uzaklık sebebiyle iklim karasallaşır. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı Karasal İklim görülür. Bitki örtüsü de Bozkırdır.

Verimli toprakların cokluğu, tarım ve hayvancılık gibi gecim şartlarının uygunlugu, ulaşım kolaylığı ve iklim şartları sebebiyle Ege Bölgesi, asırlar boyunca çeşitli köklü medeniyetlerin yaşam alanı olmuştur. Zengin bir tarihi gecmiş ve kültürel miras varlığına sahiptir. Bu miras dolayısıyla da Türkiye'nin en fazla turist alan bölgelerinden biridir.


TURİZM CENNETİ ... MUĞLATURİZM CENNETİ ... MUĞLA

Ege Bölgesinin güneyinde yer alan Muğla, Asar (Hisar) dağı eteklerinde ovaya doğru yayılmış, kendine has mimarisi, daracık sokakları ve herbiri turizm merkezi ilçeleri ile tam bir turizm cennetidir.

MUĞLA,ülkemizin güneybatı köşesinde, Toros kıvrım sistemiyle Batı Anadolu kıvrım sisteminin iç içe girdiği dağlık ve engebeliğin Menteşe yöresinde yer almaktadır. Dağları örten kıyıya inen ormanları ve geçmiş uygarlıkların kalıntılarıyla bezenmiş doyumsuz güzellikleri vardır. Şehir merkezi Karadağ, Kızıldağ, Masa dağı, Hamursuz Dağı ile çevrelenmiş olup Hisar Dağından ovaya doğru yayılır.

Muğla'da Akdeniz iklimi etkisinde kalan kara iklimi hüküm sürmektedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Yağışlar genellikle Kasım ve Mart ayında yoğundur. Yıllık sıcaklık ortalaması 14.9'dur.

Muğla ili, Antikçağ’da Karia olarak bilinen bölgenin sınırları içinde kalmaktadır. Kentin adı, 1889 Aydın Vilayet Salnamesi’nde “Mobella” olarak geçmektedir.

Yerleşim tarihi M.Ö. 3000’lerdeki Doğu Yunanistan ile Batı Anadolu kıyıları arasındaki karşılıklı göç hareketleriyle başlamaktadır. Bölgedeki ikinci büyük göç olayı M.Ö. 12. yüzyıl başlarındadır. Muğla bölgesine hâkim olan Karialılardan sonra M.Ö. 1200’lerde gelen kolonistlerin egemenliği görülür. Daha sonra Pers, Makedonya egemenliğine giren bölge Büyük İskender’in ölümüyle sırasıyla Seleukosların, Rodos Krallığı’nın, Roma ve Bizans İmparatorluklarının egemenliğine girmiştir.

1261 yılından sonra Menteşe Beyliğiyle Türklerin eline geçen Muğla, Yıldırım Bayezid zamanında Osmanlıların egemenliğine geçmiş ve sancak yapılarak, Anadolu Eyaleti’ne bağlanmıştır.

GEZİLECEK YERLER :

MUĞLA MÜZESİ :
Müzenin Turollan Parkı bölümünde, Merkez İlçeye bağlı Özlüce Köyünün yaklaşık 1 km. Kuzeydoğusunda Kaklıca Tepenin kuzey yamaçlarında bulunan 3 adet fosil yatağından getirilen fosiller sergilenmektedir.

Ayrıca, Müzede Yatağan-Stratonikeia Antik Kentinden çıkan eserler da sergilenmektedir.


Stratonikeia (Eskihisar) :
Stratonikeia antik kenti, Yatağan ilçesinin 6-7 km. batısındaki Eskihisar köyü sınırları içerisinde bulunmaktadır. Kent, M.Ö. 3. yüzyılda kurulmuştur. Yapılan araştırmalara göre; Suriye Kralı I. Antiokhos tarafından eşi Stratonike için kurulduğu söylense de arkeolojik buluntular ve yazılı kaynaklar daha önce de burada bir şehir bulunduğunu göstermektedir. Gezgin ve yazar Strabon’a göre, çok güzel yapılarla donatılan kent, bilinmeyen bir tarihte Rodos’a armağan edilmiş, M.Ö. 167 yılında ise Roma Senatosunca Karia’nın bağımsızlığına karar verilince, Rodos egemenliği sona ermiştir. Yapılan kazılarda ele geçirilen sikkelerden, Stratonikeia sikkelerinin Rodos’tan bağımsızlığını kazandığı M.Ö. 167’den itibaren basılmaya başlandığı ve Gallienus (M.S. 253 - 268) zamanına kadar devam ettiği anlaşılmaktadır.

Kentin akropolü güneydeki dağın tepesinde olup, kuzeyinde, yamaçtaki bir teras üzerinde (şimdiki kentler arası yolun hemen altında), bir yazıtta imparator tapınımına ayrıldığı yazılan küçük bir tapınağın kalıntıları göze çarpar. Bunun aşağısında da büyük bir tiyatro bulunmaktadır. Tiyatronun tek diazoması vardır. Sahne binasının kalıntıları, yapılan kazılarda büyük ölçüde ortaya çıkarılmıştır.

Lagina :
Lagina-Hekate kutsal alanı, Yatağan ilçesine bağlı Turgut beldesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Karialalıların önemli kültür merkezi olan Lagina kutsal alanının ünü zamanımıza kadar gelmiş olup, bu yöre halen Leyne ismi ile tanınır. Son yapılan araştırmalar, yörenin Eski Tunç Çağı’ndan (M.Ö. 3000) günümüze kadar kesintisiz bir iskana sahne olduğunu göstermektedir. Seleukos kralları büyük imar çalışmaları ile Lagina kutsal alanını dini merkez ve buraya 11 km. uzaklıktaki Stratonikeia kentini de siyasi merkez yapmışlardır. Lagina’da ve Stratonikeia Bouleuterion’u duvarlarında halen mevcut olan yazıtlardan öğrenildiğine göre, bu iki kent birbirlerine kutsal bir yol ile bağlanmıştır.

Cedreae / Kedreai (Sedir Adası) :
Ula ilçesi sınırları içerisinde, Gökova Körfezi’nde yer alan Sedir Adası (Cedreae-Kedreai antik kenti) arkeolojik ve doğal yapısı ile yörenin kültür turizminin en yoğun yaşandığı bölgelerden birisidir. Sedir Adasına, Gökova-Akyaka beldesinden ya da Çamlıköy’den teknelerle ulaşılabilmektedir.

Düzgün kesme taştan çok sayıda kulesi, sur duvarları, Apollon Tapınağı ve onun yerinde sonradan yapılan kilisesi, hala ayakta duran iyi korunmuş tiyatrosu ve izleri görülebilen agorası ile oldukça zengin arkeolojik veriler sunan Sedir Adasında antik liman kalıntıları da görülebilmektedir.

Bodrum Su altı Arkeoloji müzesi...

Halikarnassos (Bodrum): Dor Birliği’nin altı üyesinden biri olan Halikarnassos ve yöresinin yerli halkı Lelegler ve Karialılardır.

Müsgebi ve Çömlekçi’de ortaya çıkan mezarlar ve buluntuları bölgede Miken kültürü ile çağdaş bir yerleşim olduğunu göstermektedir.

M.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısında Lydia egemenliğinde olan şehir daha sonra Perslerin egemenliği altına girmiştir. Persler kendilerine yakın yerli bir aile olan Halikarnassos’lu Lygdamis ailesini kenti yönetmesi için görevlendirmişlerdir. M.Ö. 387’de Karia satraplığının Mylasa’da oturan Hekatomnos’a geçtiği bilinmektedir. Hekatomnos’un oğlu Maussolos M.Ö. 377’de Karia satrapı olmuş ve merkezi Mylasa’dan Halikarnassos’a taşımıştır.

Maussolos öldükten sonra II. Artemisia yönetime gelmiştir. Büyük İskender şehri kuşattığında yönetimde Orontobates vardı. İskender, Alinda Kraliçesi Ada’yı bütün Karia bölgesinin hâkimi yapmıştır. İskender’den sonra II. Ptolemaios’un hâkimiyeti altına giren Halikarnassos Roma döneminde Rodos yönetimine verilmişse de bağımsız kabul edilmiştir. M.Ö. 1. yüzyılda korsanların akınları yüzünden fakirleşen kentin yeniden canlanması Augustus zamanıdır. M.S. 4. yüzyılda Roma eyaletleri düzenlenirken Karia ayrı bir eyalet, Halikarnassos metropolisi Aphrodisias olan bu eyalete bağlı bir şehir olmuştur.

Şehir 11. yüzyılda Türklerin eline geçmiş, Menteşe Beyliği toprakları içinde kalmıştır. 1402 yılında Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilen şehrin, eski Dor akropolünün olduğu yerde kale inşa edilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos’u almasına kadar şövalyelerin elinde kalmıştır.

Halikarnassos’ta 1857 yılında Newton tarafından bulunarak frizleri Londra’daki British Museum’a taşınan Maussoleion, dünyanın yedi harikasından biri olarak tanımlanmaktadır. Maussoleion, Maussolos için karısı II. Artemisia tarafından yaptırılan bir mezar anıtıdır. Bugün sadece temel izleri ile frizlerinden bir parça kalmıştır.

Halikarnassos’taki görülebilen diğer kalıntılar ise; yer yer poligonal ve rektagonal tekniğin kullanıldığı surlar ile Roma Çağı tiyatrosudur.

Loryma :
Loryma antik kenti Taşlıca, Bozukkale yakınında, Karaburun üzerinde yer almaktadır. M.Ö. 4. yüzyılda, “Rodos Peraia’sı” kentleri içinde önemli bir merkez olduğu bilinmektedir. Büyük bir koya sahip olan kent Arkaik ve Klasik dönemlere tarihlenen iki evreli bir surla çevrilmiştir. Kentin yukarı kısmında yine iki evreli bir surla çevrili olan akropol bulunmaktadır. Dar ve uzun liman kalesi koyun girişini kontrol eder konumdadır.

Loryma’nın konutları, yamaçta özenle örülmüş teraslar üstünde bulunmaktadır. Kentin batısındaki ovada “Artemis Soteria” kutsal alanı yer almakta olup, koyun batısındaki, güneye doğru uzanan nekropol alanı tapınağa bitişik durumdadır. Nekropolün güneyindeki ovada ise Apollon kutsal alanı bulunmaktadır. Bizans döneminde, bir donanma üssü ve silah deposu olarak kullanılan akropol üzerine, antik dönem malzemeleri de kullanılarak, üç kilise ve çok sayıda ev yapılmıştır.

Kıran Gölü :
Marmaris’in güneybatısında, güneyde Loryma liman kentine komşu olan, 30 m. çapındaki bir kuru göl yakınında yer alır. Ören yerinde, tapınak ve tiyatro yapıları ile işlevleri henüz kesin olarak bilinmeyen 5 adet yapı kalıntısı belirlenmiştir. Ayrıca, bölgeye özgü, basamaklı piramit mezarlar ve üstleri beşik çatı biçimli kapaklarla örtülmüş büyük blok taşlardan yapılmış oda mezarlara da rastlanmaktadır. Merkezinin Bozburun yarımadasında olduğu düşünülen Attika Deniz Birliği’ne vergi ödeyen kent grupları tarafından toplantı ve kült alanı olarak kullanılmış olabileceği düşünülmektedir.


Burgaz :
Burgaz Ören yeri, Datça ilçe merkezinin 2 km. kuzeydoğusunda yer almaktadır. Ören yeri, deniz kıyısı boyunca uzanmakta olup, Helenistik dönem öncesi önemli bir merkez olduğu kabul edilmektedir. Kent sur duvarları ile çevrelenmiştir. Kentin, M.Ö. 4. yüzyıla tarihlenen iki limanının kalıntıları, günümüzde deniz kenarında izlenebilmektedir.

Kazı çalışmaları sonucunda, Burgaz yerleşiminin M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren var olduğu, M.Ö. 4. yüzyılda kısmen terk edildiği, fakat liman konumunu koruduğu belirlenmiştir.

Knidos (Tekir Burnu) :
Datça Yarımadası’nın en uç kısmında, Datça ilçesi, Yazı köyü sınırları içindeki Tekir Burnu üzerinde yer alır. Kent, Rodos’taki Lindos, Ialysos, Kamiros ve Kos, Halikarnassos, Nisiros ile birlikte Dor Hexapolis’ini oluşturuyordu.

Antikçağ tarihçisi Herodot kentin Ispartalılar tarafından kolonize edildiğini, Diodoros ise Knidos’un ilk sakinlerinin Triopas yönetiminde Teselya’dan geldiklerini yazmaktadır. Kazılarda ele geçen en eski buluntularsa M.Ö. 7. yüzyıla ulaşmaktadır.

Knidosluların denizcilikte Fenikelilerle rekabet edecek kadar ilerledikleri bilinmektedir. Gelişmiş ticareti ile şarap ihraç eden Knidos kentinin güneyinde ticaret limanı yer almaktadır. Kuzeydoğusunda yer alan küçük limanın ise girişi koridor şeklinde olup, en dar yerinde karşılıklı, yuvarlak planlı iki kontrol kulesi bulunmaktadır. Strabon “Kadırga Limanı” olarak adlandırdığı bu limanda 20 savaş gemisinin konaklayabileceğini söylemektedir.

Kent aksı üzerinde doğu batı yönünde uzanan bir cadde mevcut olup, bu caddenin yanlarında, kamu yapıları, aşağı ve yukarı tiyatrolar, Demeter kutsal alanı, küçük bir odeon, Aphrodit Tapınağı, Korint Tapınağı, Roma mezarı, agora, anıtsal yapı, Helenistik stoa ve Bizans kilisesi, Roma dönemi bouleuterionu, propylon (anıtsal giriş) ve basamaklı cadde gibi yapı kalıntıları yer almaktadır. Birden çok kült yapısının bulunduğu kutsal alanda yapılan kazı çalışmaları kutsal alana girişin bir kapı yapısı ile sağlandığını ortaya çıkarmıştır. Dört sütunlu bir avlusu olan propylonun kapısı batı cephesindedir. Knidos antik kenti içinde yer alan kült yapılarından en ünlüsü, zamanında Knidos Aphrodit heykelinin korunduğu varsayılan yuvarlak planlı mabettir.

Amos :
Marmaris ilçesi, Turunç köyü, Hisarburnu yakınında, Kumlubük Koyu’nun kuzeybatısında, Asar Tepe üzerindedir. Yakınına kadar araçla ulaşmak mümkündür. Kalıntıların yoğun olduğu tepe kısmına zorlu olmayan bir tırmanma ile ulaşılır. Kentte çeşitli dönemlerden kalma sur, kule ve tiyatro kalıntıları ile çeşitli yapılara ait temel izleri görülebilmektedir.

Mylasa (Milas) :
Stephanos Byzantinos, Ethnica adlı eserinde, Mylasa’nın adını Sisyphos Aiolos torunu Khrysaor oğlu Mylassos’tan aldığını yazar.

M.Ö. 446’da Perslerin hâkimiyetinden kurtularak Attika–Delos Deniz Birliğine dahil olur. M.Ö. 334’de Asya seferine çıkan Büyük İskender, Güneybatı Anadolu’yu ve dolayısıyla Milas’ı da almış, fakat hemen sonra elde ettiği toprakları Karia Kraliçesi Ada’ya vermiştir. M.Ö. 189’da Suriye Hükümdarı Antiochos, Roma’ya yenildiği zaman Rodoslulara Mylasa dışındaki birçok Karia şehrini bırakmak zorunda kalmıştır. Mylasa, M.Ö. 143’de bir sınıf anlaşmazlığına hakemlik etmiş ve bu tarihten sonra Roma Valilerinin başkanlık ettiği mahkemelerin merkezi haline gelmiştir. Son Bergama Kralı III. Attalos ülkeyi M.Ö. 129’da Roma’ya vasiyet yoluyla bağışlayınca Milas, Asya eyaleti içinde Roma’ya bağlanmıştır. Bizans döneminde piskoposluk merkezi olan Milas 13. yüzyılda Türkler’in eline geçmiş ve 1392 yılında Menteşoğullarının yönetim merkezi olmuştur.

Gümüşkesen :
Mezar Anıtı Muhtemelen M.S. 2. yüzyıla tarihlenen bu anıt dikdörtgen bir mezar odası ile bu odanın üzerindeki paye ve sütunların taşıdığı piramit tarzı gittikçe daralan bir örtüden ibarettir. Anıt, iki basamaklı bir krepis üzerine olup mezar odasına bir kapı ile girilmektedir. Odanın içinde üst katın döşemesini destekleyen dört paye vardır. Üst katın tabanında yer alan bir delikten aşağıda yatan ölünün üzerine şarap döküldüğü tahmin edilmektedir. Açık bir sütun dizisi ile çevrili olan üst katın her köşesinde birer kare sütun, bunların arasında ikişer oval sütun yer almaktadır.

Beçin :
Milas’ın 5 km. güneyindeki ovada birdenbire yükselen bir platonun kenarında bulunan Beçin, Anadolu’da hemen hemen en iyi korunmuş Türk kentidir. Kentin adı, Ortaçağ İtalyan kaynaklarında Pezona, Türk ve İslam metinlerinde Barçin, daha sonra ise Peçin olarak geçmektedir.

Roma ve Bizans dönemlerinde önemsiz bir yerleşme olan Beçin, 13. yüzyılın ikinci yarısında bölgenin Türk egemenliğine geçmesinden sonra önem kazanmıştır. Bölgeyi ele geçiren Menteşoğulları başlangıçta Milas’ı başkent yapmışlar; ancak, 14. yüzyıl başlarında savunması daha kolay olduğu için hükümet merkezini Beçin’e taşımışlardır. Kent, Menteşe Beyliğinin başkenti olduktan sonra yapılarla donatılmıştır. Ahmet Gazi’nin 1391 yılında ölmesinden sonra yöre, 1392–1394 yılları arasında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Osmanlı döneminde Muğla’nın Menteşe Sancağı’nın merkezi olmasından sonra Beçin önemine yitirmiştir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Beçin’in kale içinde 20 evden ibaret Milas’a bağlı bir nahiye olduğunu yazmaktadır.

Beçin ören yeri, platonun kenarında sarp bir kayanın üzerinde yükselen kale ile bu kalenin güneyinde etrafı surlarla çevrili bir kenti kapsamaktadır. Bir Bizans kalesinin temelleri üzerine Türkler tarafından yapılan kalenin duvarlarında devşirme taş kullanılmıştır. Kalenin güneyde olan tek girişini büyük bir kule ve kısmen yıkılmış çift sur korumaktadır.

Beçin’de Ahmet Gazi Medresesi ve karşısında Türbesini, ayrıca hamam, han, cami, kilise, sarnıç gibi yapıların kalıntılarını görmek mümkündür.

Euromos :
Milas ilçe merkezine 10 km. mesafededir. Mylasa’dan sonra yörenin en önemli kenti olarak kabul edilmektedir. Attik Tribut listelerinde Hyromos-Kyromos olarak adı geçen kentin Euromos olduğu düşünülmektedir.

M.Ö. 201–196 yılları arasında Makedonya Kralı V. Philip’in işgaline, M.Ö. 167’de Mylasa’nın (Milas) işgaline uğramıştır. Ancak, Rhodos’un gönderdiği yardımla bu işgalden kurtulmuştur. Daha sonra Mylasa ile ittifak yapan Euromos’a Herakleia saldırmış ve kült eşyalarına, mallarına el koymuştur. Roma İmparatorluğu sırasında Euromos sikke basmaya devam etmiştir.

Gemiler Adası :
Fethiye’nin takriben 9 km. güneyinde bulunan adaya Gemiler Koyu’ndan deniz yoluyla ulaşılabilir. Ortaçağ’da Sybola adıyla bilinen Ölüdeniz Havzası içinde yer alan Gemiler, diğer bir deyişle Aya Nikola Adası M.S. 5. yüzyıldan itibaren özellikle dinsel içerikli yerleşimlerin oluşmasıyla önemli bir konuma gelmiştir. Avrupa ve Doğu Akdeniz ticaret ve seyahat gemilerinin uğrak yeri haline gelerek bir hac merkezi olan adada birçok kilise ve Şapel yanında din eğitimi veren okullar da açılmıştır. Adanın ismi ile ilgili çeşitli tartışmalar vardır.

Adanın en yüksek noktasındaki kilisenin Aziz Nikolas’a ithaf edildiği ve Ortaçağ’a ait bir denizcilik rehberinde rastlandığı da bilinmektedir.

1990 yılından bu yana bir Japon ekip tarafından yüzey araştırması yapılan ada ve çevresinde 11 kilise tespit edilmiştir. Bunlardan dördü Gemiler, biri Karacaören Adası’nda, diğerleri ise Ölüdeniz ve Karaören Koyu civarındadır. Gemiler Adası ve çevresi, Hıristiyanlık Alemi için çok önemli bir merkez olarak görülür. Adadaki dini yapıların dışında, barınak olarak kullanılan evler de bulunmaktadır. Adanın kayalık olması nedeniyle, kilise ve evlerin temelleri kaya içine oyulmuş olup, deniz dibinde de kalıntılar devam etmektedir.

Cadianda - Kadyanda (Üzümlü / Yeşilüzümlü) :
Fethiye’ye 24 km. uzaklıktadır. Likçe kitabelerde ismi Kadawanti olarak okunan Kadyanda’nın ismindeki “nd” takısı nedeniyle, kuruluş tarihinin M.Ö. 3000’lere kadar indiği ileri sürülmektedir.

Ancak antik kentten günümüze ulaşan yüzeydeki en eski kalıntılar M.Ö. 5. yüzyıldan daha eskiye gitmez. Kadyanda ören yerinde kenti çevreleyen sur duvarlarının bir bölümü, kaya mezarları ve bazı kitabeler en erken dönemlere tarihlenen kalıntılardır. Bunlardan ayrı olarak, Roma döneminde onarılarak kullanılmış olan Helenistik tiyatro, hamam, koşu pisti, agora, tapınak kalıntısı ve yoğun sivil yapı izleri, Kadyanda ören yerinin antik dönemde yerleşim geçirmiş bir kent hüviyetini ortaya koymaktadır.

Kent dik yamaçlı arazinin topografyasına göre birçok kez inşa edilmiş, sur duvarları ile çevrelenmiştir. Bu duvarlardan güneydeki kısım ayakta kalmıştır. Tiyatro alanına istinat oluşturan poligonal sur duvarı Helenistik döneme ait olup kaliteli bir işçilik göstermektedir.

Nekropol alanı kentin güney bölümünde, sur duvarlarının dışında kalmaktadır. Antik kentte sayılarının çokluğu ile dikkat çeken yapı kalıntılarından bir diğeri ise sarnıçlardır. Tapınağın doğu kesiminde geniş bir alanın altında inşa edilmiş, birbirine geçmeli dört büyük sarnıç, antik dönemde kentin su sorununun ne kadar etkili olduğunu ve belki de bu sorun nedeniyle terkedilmiş olabileceğini akla getirmektedir. Kadyanda’da izlenen yapı kalıntılarının büyük çoğunluğu Roma dönemine aittir. Kent M.S. 7. yüzyıla kadar iskana sahne olmasına karşın, geç döneme ait kalıntılar yoğun değildir.

Kaunos (Dalyanköy) :

Antik kaynaklardan Herodot ve Strabon’da adı geçen Kaunos şehrinin M.Ö. 540’da Perslerin yönetimi altına girdiği bilinmektedir. Perslerin içişlerine karışmadığı şehir çabuk kalkınmıştır.

Arkeolojik veriler özellikle M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren şehrin bir Grek şehri özelliği kazandığını gösterir. Şehir surlarının büyük bir kısmı Karya Satrabı Maussolos döneminde yapılmıştır. İskender’in istilasından sonra Maussolos’un kız kardeşi Ada’ya verilmiştir. Daha sonra Ptolemaios, Seleukoslar ve Rodos’a bağlanan şehir M.Ö. 167–129 tarihleri arasında bağımsızlığını elde etmiştir. Bergama Krallığı’nın vasiyet yoluyla Roma’ya bağlanması üzerine M.Ö. 129’da Kaunos da Roma topraklarına dahil olmuştur. Hıristiyanlık dönemine ait en az üç kilisenin olduğu bilinmektedir. Akropol üzerinde surların bir kısmı ile bazı duvar kalıntıları Ortaçağ veya daha geç devire ait olabilir. Kaunos’taki arkaik devre ait sur duvarları, mazgal delikleri ve siperlikleri günümüze ulaşmıştır.

Küçük kale ile Çömlekçi Tepe arasında kalan Sülüklü Göl antik devirde zincirle kapatılan bir limandı. Limanın kuzeyindeki stoa, liman agorası, yazıtlı nymphaion, beş tane tapınak, oldukça sağlam durumdaki Roma dönemi tiyatrosu, kaya mezarları kentin görülebilen kalıntılarıdır.

Kayaköy :
Fethiye’ye 8 km. mesafede bulunan Kayaköy’ün geçmişi M.Ö. 3000’lere kadar gitmesine rağmen antik dönem kalıntılarından günümüze M.Ö. 4. yüzyıla tarihlenen az sayıda lahit ve kaya mezarları ulaşmıştır.

Kayaköy’de her biri 50 m²’den büyük olmayan, manzara ve ışık açısından birbirinin önünü kapatmayan, genellikle alt katları kiler hüviyetinde ikişer katlı ve girişte çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı sarnıçların olduğu, 350 ila 400 konut bulunmaktadır. Konutların yanı sıra evlerin arasına serpiştirilmiş çok sayıda şapel, iki büyük kilise, bir okul binası ile bir gümrük binası yer almaktadır.


Anadolu’daki en iyi korunmuş Zeus Tapınağı kentte bulunmaktadır M.S. 2. yüzyılda İmparator Hadrianus zamanında yapılmıştır. 6x11 sütun sayılı ve Korint düzenindedir. Sütunların her biri ayrı kişilerce yaptırılmıştır. Sütunlardan beşi fizikçi ve kamu görevlisi Menekrates ile kızı Tryphania, yedisi de Leo Quintos adlı başka bir kamu görevlisi tarafından sunulmuştur. Tiyatro ovanın hemen üzerindeki yamacın girintisi içinde yer almaktadır. Daha batıda bir başka stoa daha mevcut olup, sütunlarından birinde Kallisthenes adlı kişinin kente yaptığı parasal yardım ve Iasos’un yandaşlığı üzerine bilgi veren uzun bir yazıt yer almaktadır. Şehrin nekropolü surların dışındadır.

Labranda :
Zeus Labrandos’un kutsal alanı olan Labranda, Milas’ın 14 km. kuzeydoğusunda yer almakta olup, Antikçağ’da “Kutsal Yol” ile Mylasa’ya bağlantılıydı. En eski buluntular yaklaşık M.Ö. 5. yüzyıla ait olup, kutsal alan, sonradan tapınak terası olarak kullanılan küçük suni bir düzeltiden oluşmaktadır. Bölgedeki araştırmalarda bulunan bir yazıtta, M.Ö. 497 yılında, kutsal alanda bir savaş yapıldığı ve Karia ordusunun müttefikleri Miletlilerle beraber Pers ordusuna yenildikleri anlatılmaktadır.

Heredot Labranda’da bir Zeus Stratios Tapınağı’ndan söz etmektedir. M.Ö. 4. yüzyıl tapınağın en önemli devri olup, Maussolos ve Idrieus zamanlarında yapılmıştır. Hieronun yani kutsal alanın planlanmasını sağlayan Maussolos’tur. Yapıların çoğu onun döneminde inşa edilmiş veya inşasına başlanmıştır.

Kuzey stoa, ek yapıları ve terası ile birlikte Andron B, tapınağın güneyinde büyük teras duvarı, Andron B’nin batısındaki yapı, doğudaki geniş merdiven ile saray olarak tanımlanabilecek büyük yapılar Maussolos döneminde yapılmıştır.

İon düzenli tapınak II, Teras evi II, güney yöndeki teraslı Andron A, kuyulu ev stoası, doğu propylaia (kapı), Dor düzenli ev, güney kapısı ve ek yapılar ise İdrieus döneminde yapılmıştır.

Andron A ve B kral ailesine ayrılmış megaron tipinde saraylardır. Teras evlerinin rahiplere ayrılmış olduğu düşünülmektedir.

Labranda’daki geri kalan yapılar Roma devrine aittir. Bu yapılar; Andron C, teraslı ve kuyulu ev, doğu hamamları, Dor düzenindeki evin restore edilmiş bölümleri, batı stoası ve buna bitişik teraslar, güney hamamlarıdır.

Herakleia (Kapıkırı) :

Herakleia antik kenti bugünkü Kapıkırı köyü içerisinde kalmaktadır. Antikçağ’da kentin kıyısında kurulduğu, Ege Denizi’nin bir uzantısı olan Latmos Körfezi, Menderes Nehri’nin getirdiği alüvyonlarla dolması sonucu bugünkü Bafa Gölü’ne dönüşmüştür.

Adını ünlü mitoloji kahramanı Herakles’ten alan kent, M.Ö. 8. yüzyılda, Persler zamanında, Karia Satrabı Maussolos’un eline geçmiştir. İskender’in Asya seferi sonrası, önce İskender İmparatorluğunun, daha sonra Seleukosların egemenliğine giren kent, M.Ö. 1. yüzyılda denizle ilişkisinin kesilmesi üzerine eski önemini kaybetmiş, ulaşımındaki güçlük nedeniyle Hıristiyan keşişlerin gizlenme yeri olarak kullanılmıştır. Engebeli ve kayalık bir arazi üzerine kurulan antik kentin etrafı, 65 kule ile takviye edilen 6,5 km. uzunluğunda bir sur ile çevrilmiştir. Düzgün dikdörtgen ve kare taş işçiliği gösteren sur duvarları Helenistik dönemde yapılmıştır. Hippodamik şehir planına göre iskan edilen Herakleia birbirini dik kesen ızgara biçimli parsel ve sokak planının iyi uygulandığı örneklerden birisidir. Antik kentten günümüzde Athena Tapınağı, agora, bouleuterion ve tiyatro kalıntıları görülmektedir.

Bafa Gölü :
İçerisinde yer alan adacıklarda ve Latmos Dağı kayalıklarında toplam 13 manastır bulunmaktadır. Yapılan araştırmalara göre, bölgedeki ilk manastır, Sina Yarımadası ve Yunanistan’dan gelen rahipler tarafından, M.S. 7. yüzyılda inşa edilmiştir. Korunmaları için, Bizans devrinde Bafa Gölü kenarına bir kale inşa edilen bu manastırların en ünlüleri, Yediler, Stylos, Soteros, Menet Adası, İkizce Adalar ve Kahve Aşar Adası manastırlarıdır.

Ayrıca, manastırlar etrafına yayılmış keşişlerin tek başına yaşadığı pek çok mağara veya çilehane vardır. Bunlardan manastırlara yakın olanların tavanları ve duvarları zengin freskler ile süslenmiş olup, bu freskler İsa’nın hayatını, Meryem’i ve azizleri tasvir eder.

Iasos (Kıyıkışlacık):
İasos, Milas’a 28 km. uzaklıktaki Kıyıkışlacık köyü içerisindedir. Mitolojide, Argos’tan gelenler tarafından kurulduğu ve ismini kolonistlerin lideri Iasos’tan aldığı söylenmektedir. Ancak, kazı sonuçları kolonizasyondan önce Eski Tunç Çağı’ndan itibaren Iasos’ta iskan olduğunu ortaya çıkarmıştır. Kentin kurulduğu alan önceleri bir ada iken daha sonra adanın denizle birleştiği berzah dolmuş ve ada, yarımada haline dönüşmüş olup, antik kente ait önemli yapılar bu yarımada üzerinde yer almaktadır. Büyük sur, su kemerleri ve mezarları çevrelemekte, balık pazarı olarak adlandırılan yapı ise sur dışında yer almaktadır.

Roma döneminde inşa edilen agoraya kemerli bir kapıdan geçilerek girilir. Dört tarafı portikolarla çevrili olan bu yapının güneybatısında bouleuterion yer alır. Kent meclisi olarak kullanılan yapı, daire biçimli orkestra ve onun arkasında yer alan dört merdivenle üç bölüme ayrılmış olup, oturma sıralarının altı tonozlarla desteklenmiştir. Agoranın doğu köşesinde önü sütunlu dikdörtgen planlı yapı, Caesareon olarak tanımlanır. İçinde yapılan kazılarda bulunan eserler, Orta Tunç Çağı’na kadar uzanmakta olan agoranın etrafını saran stoalar, M.S. 130 yıllarında yapılmıştır. Agoranın güneybatı köşesindeki geniş düzlükte ise Artemis’e ve İmparator Commodus’a adanmış stoa yer almaktadır.

Kentin ortasında yer alan yükseltinin kuzeydoğu yamacında tiyatro bulunmaktadır. Ören yerinin en yüksek kesiminde ve tam ortasında yer alan Ortaçağ kalesi, kareye yakın bir plana sahip olup, kalınlığı 2 m’yi bulan sur duvarları ile çevrilidir. Kalenin içinde bir de sarnıç bulunmaktadır. Ayrıca, Demeter–Kore Tapınağı’nın izleri de görülebilen kalıntılar arasındadır.

Yarımada ile kara arasında bulunan liman, yaklaşık 850 m. uzunluğundadır. Liman ağzında yer alan kule, mendirek kulesi olup, bir Ortaçağ yapısıdır.

Iasos’ta biri kenti koruyan diğeri de büyük sur olarak bilinen ve kentin kuzeybatısında yer alan iki sur bulunmaktadır.

Roma devri mezarlığının batısındaki yamaçlarda, kayaya oyulmuş kaya mezarları ile bina şeklinde yapılmış mezarlar yer almaktadır. Kentteki en ünlü mezar ise, halk arasında Balık Pazarı olarak bilinen, Roma dönemine ait anıt mezardır.

Sinuri Tapınağı :

Milas’ın 14 km. güneyindeki Yukarı Kalınağıl köyünde dağlar arasında bulunan tapınakta, Karya dilindeki ismini muhafaza eden ilah Sinuri’ye ibadet edilmekteydi. Tapınağın yanında Labranda’da olduğu gibi bir rahip ailesine ait olması muhtemel büyük bir mezar anıtı vardır.

Letoon :
Fethiye–Kaş karayolu üzerindedir. Şair Ovidius’un anlattığı bir efsaneye göre, Zeus’tan hamile kalan tanrıça Leto, ikiz çocukları Artemis ve Apollon’u Delos’ta doğurur. Sonra Ksanthos Nehrinin denize ulaştığı yere gelip, nehir boyunca, bugünkü Leto Tapınağı’nın bulunduğu yerdeki kaynağa varıncaya dek yürür. Kaynakta çocuklarını yıkamak isteyen, fakat yerli halk tarafından engellenen tanrıça, yöre halkını lanetler. İşte Letoon ören yerinin kuruluşu bu mitolojiye dayanmaktadır. Letoon ören yerinde yapılan kazılarda ele geçen buluntulara göre ilk yerleşim M.Ö. 8. yüzyıla kadar gitmektedir. Buradaki kalıntılar ve ele geçen kitabeler Letoon’un, Lykia Birliği döneminde politik ve dini bir merkez olduğunu göstermektedir. Antik kent merkezinde, yan yana dizilmiş üç tapınak mevcut olup, bunlardan en batıdaki olanı Leto’ya, daha küçük olan ve ortada yer alan tapınak Artemis’e, en doğuda, Dor düzenindeki tapınak ise Apollon’a aittir. Apollon Tapınağı yakınındaki Helenistik çöplük alanı içinde bulunarak bugün Fethiye Müzesinde sergilenen üç dilli kitabe çok büyük bir önem taşımaktadır. Likçe, Aramice ve Grekçe ile yazılmış olan kitabe, Lykia dilinin çözülmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. Tapınakların güneybatısında, nymphaion (çeşme) binası ile bunun doğu kenarında erken Hıristiyanlık dönemine ait kilise yer almaktadır. Ören yeri içerisinde ayrıca, stoa ve tiyatro da görülmeye değer kalıntılar arasında yer alırlar.

Oenoanda (Asar Beli/Gavur Pazarı) :
Fethiye–Korkuteli karayolu üzerinde İncealiler köyünün üst kısmında yer alır. Oenoanda, bir yerleşim adı olarak, ilk kez Hitit metinlerinde geçer. Oenoanda asıl ününü M.S. 2. yüzyılın ilk yarısında kentte yaşamış Epikürcü Filozof Diogenes’e borçludur. Diogenes, düşüncelerini uzun bir yazıt halinde kentteki kuzey stoanın duvarlarına kazımıştır. Ancak, yapının yıkılıp, parçaların dağıtılması nedeniyle, kentin her yerinde bu yazıttan parçalar görmek mümkündür.

Antik kentten günümüze ulaşan en erken kalıntı, kentin güneyinde yer alan ve M.Ö. 200 yıllarına tarihlenen sur duvarıdır. Duvar son derece güzel taş işçiliği ve beşgen kulesi ile dikkat çekicidir. Roma döneminde şehre, yukarı agorayı tepeden görecek konumda inşa edilen ve muhtemelen Augustus dönemine ait Dor mimari düzeninde bir tapınak inşa edilmiştir. Bu yapının içinde imparator Augustus için yazılmış bir yazıt parçası ele geçmiştir. M.S. 70 yıllarından itibaren Flavius döneminde yukarı agoraya çıkan yolun güneyine, şehirdeki iki gymnasium, hamam kompleksinin küçük olanı inşa edilmiştir. Büyük gymnasium, hamam kompleksi ise M.S. 140’larda, Rhodiapolis’li Opramoas tarafından bağışlanan paralar ile yukarı agoranın batısında yapılmıştır. Yapıya daha sonra 3. yüzyıl başlarında sütunlu bir avlu eklenmiş ve yapı imparator Septimius Severus ile Caracalla’ya adanmıştır. Şehrin güneyindeki su kemeri de büyük olasılıkla Flaviuslar döneminde yapılmıştır.

Erken Bizans döneminde şehir, en büyüğü aşağı agoranın hemen doğusunda, tapınağın yerine inşa edilen kiliselerin yapımına tanıklık etmiştir. Kent, tepe yamaçlarına inşa edilen ve Roma dönemine tarihlenen mezarlarla çevrilidir. Bunların en büyüğü M.S. 2. yüzyılın ikinci yarısında Licinnia Flavilla tarafından yaptırılan heroondur. Bu anıt mezarda I. Flavilla’nın ailesinin soyağacını veren bir yazıt yer almaktadır.

Pınara (Minare Köyü) :
Fethiye–Kaş karayolu üzerinde, Minare köyü yakınlarındadır. Antik yazarlardan Stephanos, Byzantion Menekrotes’ten alıntı yaparak “Ksanthos’un nüfusu çok artınca yaşlılardan bir grup, Kragos Dağı’nın yüksek olan tepesinde bir kent kurup adına da yuvarlak anlamına gelen Pınara ismini verdiler” diyerek kentin kuruluşunu anlatmaktadır. Kentin erken döneme ait kalıntıların bulunduğu yukarı akropolün gerçekten yuvarlak bir şekilde olması bu mitolojiye gerçeklik payı kazandırmaktadır. Kentin ismi Likçe kitabelerde Pinale olarak okunmaktadır.

Strabon, Artemidoros’tan alıntı yaparak Lykia Birliği meclisinde 3 oy hakkına sahip 6 kentten birinin Pınara olduğunu bildirmektedir. Antik kente doğru yaklaşıldığında yukarı akropolün sarp olan doğu yamacında bir dantel gibi oyulmuş yüzlerce kaya mezarları dikkati çeker. Yukarı akropol kısa sürede yetersiz kalınca ulaşımın daha kolay sağlandığı aşağı akropol yerleşime açılmıştır. Aşağı akropolün yamaçları geçit vermeyecek şekilde dik olmasına karşın terasla ve sur duvarı ile desteklenmiştir. Kent surunun güneyindeki kapıdan geçerek dolaşıldığında, arkasını yamaca dayamış olan odeon ve önündeki düz alandaki agora, kentin odağını oluşturmaktadır.

Aşağı akropolün alt kesimindeki su kaynağı çevresinde, kentin Antikçağ’da geçirdiği depremlerle büyük oranda tahrip olmuş pilyeli mezarlar ve kayalara oyulmuş pek çok mezar dikkati çeker. Aşağı akropolün doğu yamacında sur duvarlarının dışında Roma dönemine ait bir hamam kalıntısı bulunmaktadır. Kentte sur dışında bulunan ikinci yapı ise akropol ve hamamın karşısında yer alan, arkasını doğal yamaca dayamış tiyatrodur. Bu yapı plan ve konum itibariyle Helenistik dönem özelliklerini yansıtmaktadır.

Sidyma :
Fethiye–Kaş karayolu üzerindedir. Kentin ismi, tarih sahnesinde M.S. 450–457 yıllarında imparator olan Mercian’in başından geçen bir olayla ilgili olarak anılır.

Kentin batısında yükselen tepe şehrin ilk yerleşimi olan akropolüdür. Ancak, üzerindeki kalıntılar daha geç döneme tarihlenmektedir. Tepenin güneydoğu eteğinde yaklaşık 400 m. uzunluğunda sur duvarları bulunmaktadır. Sur duvarlarının istinat oluşturduğu doğu uçta, birkaç oturma sırasının izlenebildiği küçük bir tiyatro kalıntısı yer almaktadır. Antik kentten günümüze ulaşan kalıntılar bugünkü köy evleri arasında yer yer seçilebilmekte olup, kalıntıların büyük bir çoğunluğunu mezar anıtları oluşturmaktadır. Kentin doğu kesimindeki nekropolde, Klasik Çağdan başlayarak Roma dönemine kadar devam eden sürece ait pek çok lahit, kaya mezarı ve anıt mezarlar görülebilmektedir.

Telmessos (Fethiye) :
M.Ö. 3000’den itibaren yerleşim olduğu söylenen Telmessos’un bu dönemdeki durumu bilinmemektedir. Ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmeyen Telmessos ele geçen Likçe kitabeler yüzünden Lykia şehri olarak kabul edilirse de Attik tribut listelerinde adının Lykia şehirlerinden ayrı olarak geçtiği görülür. M.Ö. 362’den önce Perikles tarafından işgal edilerek Lykia’ya katılmıştır. İskender döneminden sonra Ptolemaiosların eline geçmiştir. Magnesia Harbi ve arkasından gelen Apameia barışında Lykia bölgesi Rodos’a bırakıldığı halde Telmessos kısmi bir bağımsızlıkla Ptolemaiosların egemenliğinde kalmıştır. M.Ö. 168’den sonra bastırdığı Birlik tipi sikkelerden Lykia Birliği’ne katıldığı anlaşılmaktadır. Brutus’un seferi sırasında Roma topraklarına katılmış olan kent daha sonra Bizans egemenliğine girmiştir. Şehrin ismi M.S. 5. yüzyıldan sonra Anatasiopolis, 9. yüzyıldan sonra ise Makri veya Meğri’ye dönüşmüştür.

Kaya mezarları, mezar anıtları ile Ortaçağ kalesi görünümündeki surların dışında pek fazla kalıntı görülmez. Kaya mezarlarından birisi kitabesinden dolayı “Amyntas Mezarı” olarak bilinir.

Tlos (Asar Kale/Düver) :
Fethiye’ye 40 km. uzaklıktadır. Lykia dili ile yazılı kitabelerde adı Tlava veya Tlave şeklinde geçer. Lykia bölgesinin eski yerleşim yerlerindendir.

Panyassis tarafından bir nymphe olan Praxidike ve Tremile’nin çocuğu olarak gösterilen Tlos’un tarihi hakkındaki bilgilerimiz kısıtlıdır. Bilinen en eski belgeler arasında, M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenebilecek kabartmalı bir mezar ile Izrara anıtı, diğer Likçe yazılı kitabeler ve M.Ö. 4. yüzyıla ait sikkelerdir. M.Ö. 2. yüzyılda ise Lykia Birliği’ne dahil üç oy hakkına sahip metropolis kabul edilen şehirlerden biridir. M.S. 2. yüzyılda birçok yapının onarımı ve inşası için Lykialı zenginlerin para yardımı yaptığı bilinmektedir.

Bizans egemenliği sırasında da varlığını sürdüren Tlos’ta akropolün üstündeki son kalıntılar 19. yüzyılda çevreye egemen olmak isteyen Kanlı Ali Ağa isimli bir derebeyinin kalesine aittir. Akropolün üzerindeki surlar ve büyük yapı kalıntılarının tümü Osmanlı dönemine aittir.

Şehrin Lykia dönemine ait kalıntıları arasında kaya mezarları, akropolün doğu eteğindeki sur bulunmaktadır.

Akropolü, sarp doğal kayanın olmadığı yerlerde kuşatan Roma surlarının bir bölümü Bizans döneminde onarım görmüştür. Şehrin tüm yapıları sur dışındadır.

Stadion, hamam–gymnasium kompleksi, Bizans kilisesi, bir tapınağa ait sütun parçaları ve mimari elemanlar, agora, tiyatro, Roma dönemine ait yüksek bir kule, şehrin görülebilen kalıntılarıdır.

Kurşunlu Cami:
Muğla kent merkezinde, Esseyit Şucaeddin tarafından 1493 yılında yaptırılan cami, merkezi planlı ve büyük kubbelidir. Yanlardaki iki küçük kubbesi, 19. yüzyılda Hacı İbrahim Ağazade Hamdi Bey tarafından onarılırken kaldırılmıştır. Bu onarım sırasında kubbenin kurşunları yenilenmiş, nakışları Rodos’tan getirilen boyalarla işlenmiştir.

Ulu Cami:
Muğla kentinin en büyük camilerinden olan yapı, 1344 yılında Menteşe Beyi İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır. Cami, 19. yüzyılda geçirdiği onarımlar sonucunda özgün yapısını yitirmiştir. Son cemaat yerinin sol mihrabı üzerinde onarım yazıtları bulunmaktadır.

Şeyh Camii:
Muğla kent merkezinde bulunan cami, 1565 yılında Şeyh Bedrettin tarafından yaptırılmıştır. Minaresi 19. yüzyıl başında eklenmiştir. Şeyh Camii 19. yüzyılda iki onarım geçirmiş olup, kapısının sağında ilk onarıma ait yazıt bulunmaktadır.

Hacı İlyas Camii:
Milas’ın Hacı İlyas Mahallesi’nde bulunan cami, Menteşeoğulları zamanında, 1330 yılında Şucaaddin Orhan Bey tarafından yaptırılmıştır. Tek mekanlı bir ibadet alanı ve önünde üç bölümlü son cemaat yeri bulunmaktadır. Kubbeleri ve çatısı oluklu kiremitle örtülüdür.

Ulu Cami:
Milas’ın Hoca Bedrettin Mahallesi’nde bulunan cami, 1378 tarihinde inşa edilmiş olup, Milas’ın en büyük Camiidir. Yan duvarları büyük payandalarla desteklenmiş olan caminin yapımında bolca devşirme malzeme kullanılmıştır.

Firuzbey Camii:
Milas’ın Firuzpaşa Mahallesi’nde olup, Menteşe Valisi Hoca Firuz Bey tarafından 1394 yılında yaptırılmıştır. Ters “T” planlı olan caminin bahçesinde medrese odaları yer almaktadır. Kubbe üzeri kurşunla kaplı olduğundan halk arasında Kurşunlu Cami olarak da bilinmektedir.

Belen Camii:
Milas kentinin ortasındaki Hisarbaşı Tepesi’nde bulunan caminin 14. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Plan bakımından Ulu Cami’ye benzemekte olup, üçerli iki sıra sütunla üç sahına ayrılmıştır.

Ağa Camii:
Milas’ın Hacıapti Mahallesi’nde bulunan cami, Abdülaziz Ağa tarafından 1737 yılında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı olan cami, son cemaat yeri ve kırma çatısı ile basit bir yapıdır. Minaresi 1885 yılında Refia Hanım tarafından yaptırılmış olup, cami ile aynı yerdeki medrese günümüzde tamamıyla ortadan kalkmıştır.

Ahmet Gazi Medresesi ve Türbesi:
Beçin’de, iç kale dışında bulunan medrese, kentin en sağlam kalmış yapılarındandır. Güneydeki gotik tarzında yapılmış anıtsal kapısı üzerindeki yazıta göre 1375 yılında Ahmet Gazi tarafından inşa ettirilmiştir. Medresenin revaksız avlusunun etrafında on oda yer almaktadır. Hepsinde birer ocak olan medrese odaları küçüktür ve üzeri beşik tonozla örtülüdür.

Medrese giriş kapısının tam karşısında Ahmet Gazi Türbesi yer almaktadır. Üzeri yüksek bir kubbe ile örtülü olan türbe, gotik hatlara sahip geniş, sivri bir kemerle medrese avlusuna açılmaktadır.

Aşağı Kilise (Panagia Pirgiotissa Kilisesi):
Fethiye ilçesi, Kaya köyü sınırları içerisinde bulunan kilise, yakın zamana kadar kullanılmıştır. Kilisenin, kuzey yönden açılan giriş kapısının önündeki mozaik üzerinde 1888 tarihi okunmakta olup, bunun onarım tarihi olduğu tahmin edilmektedir.

Yukarı Kilise (Taxiarthis Kilisesi):
Fethiye ilçesi, Kaya köyünde bulunan kilisenin inşa tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Aşağı Kilise’den daha önce yapıldığı tahmin edilmektedir. Beş nefli olan kilisede üst örtüyü duvarlarla birlikte inşa edilmiş yarım sütunlar taşımaktadır. Kilisenin içi, dışa göre daha fazla tahrip olmuştur.

Hanlar

Çöllüoğlu Hanı:
Milas’ın Hisarbaşı Mahallesi’nde olan han, 1719 yılında yaptırılmış, 1738 yılında Abdülaziz Ağa tarafından, Ağa Camii yakınında yaptırılan medreseye vakfedilmiştir. Han, iki katlı, avlulu ve dikdörtgen planlıdır. Alt katı kemerli olup, üst kat bu kemerler üzerine oturmaktadır. Ancak, bunlar oldukça tahrip olmuş durumdadır. Yapıda bol miktarda devşirme ve moloz taş kullanılmıştır. Yapının alt katı tipik Osmanlı hanlarında olduğu gibi hayvanların bağlandığı açık alanlardan oluşmaktadır. Bunların önü sütunlarla desteklenmekte, sütunların üzerine üst katın sundurması oturmaktadır. Tavan, oluklu kiremitli çatı ile kaplanmıştır. Yapı büyük ölçüde, özgün mimari karakterini korumaktadır.

Geleneksel Muğla Evleri :

Muğla kenti beyaza boyanmış, çatısı kırmızı kiremitli evleriyle ünlüdür. İki katlı olan evlerde odalar geniş bir sofaya (hayata) açılmaktadır. Üst kata çıkan merdivenler, odaların tavanları ahşaptır. Ahşap tavanlar, oyma işleri ile süslenmiştir. Her odada bir ocak ve yatakların konduğu dolaplar bulunmaktadır.

Gel Girme Çamur Banyosu:
Köyceğiz Gölü’nün Dalyan Kanalı ile birleştiği noktaya yakın bir yerde bulunan çamur banyoları, güzellik çamurunun vücuda sürülmesiyle teni yumuşatmakta, kırışıklıkları gidermektedir. Romatizma, bel fıtığı, siyatik gibi bazı hastalıklara iyi geldiği söylenmektedir.

Bodrum Karaada Kaplıcası:
İlçeye 4 mil uzaklıktaki Karaada’da ısısı 35 C civarında, romatizma, göz hastalığı ve kükürtün fayda sağladığı her hastalığa iyi gelen, vücudu dinlendiren halka açık bir kaplıca bulunmaktadır.

Dalaman İncebel Thermemaris Kaplıcası:
Dalaman Havalimanı’na 6 km. uzaklıkta bulunan kaplıca 28 C sıcaklıkta olup, bileşiminde Na+, K+, Ca++, MG+, S+, Fe+, Se+, Ni+, Ba+, Zn+, Mn+, Cu+, C+ anyonlarını belli bir karışım ve denge içerisinde bulundurduğundan, oksijence zengin yapısı nedeniyle tüm dokular için yapıcı bir etkiye sahiptir. Romatizmal ve kireçlenme türü hastalıklara, sinirsel hastalıklara, sindirim sistemine, kadın hastalıklarına faydalı olduğu bilinmektedir.

Fethiye (Gebeler Köyü Kaplıcası):
Fethiye’ye 35 km. mesafede, Saklıkent yolu üzerinde Girmeler (Gebeler) köyüne 100 m. mesafede bulunan Girmeler Kaplıcası Girmeler Mağarası içinde bulunmaktadır. Kaynaklardan birinden dışarıya su alınmak suretiyle köy Tüzel Kişiliğine ait arazide yapılan kapalı havuza aktarılmıştır. Diğer kaynaklar, mağara içerisinde oluşturduğu havuzlardan sonra labirentler içerisinde kaybolmaktadır. Kaplıcanın bulunduğu mağaranın önünde 50 odalı konaklama üniteleri mevcuttur.

Ölüdeniz:
“Tanrının Dünyaya Bağışladığı Cennet” olarak nitelendirilen Ölüdeniz, 3 km’lik bir kumsala sahip bulunmaktadır. Ölüdeniz’de, açık ve koyu mavinin, açık ve koyu yeşil ile iç içe girdiği bir renk armonisi içinde yüzmenin doyumsuz mutluluğu tadılabilir. Yılın on ayı ılık ve durgun suyu ile doğal lagün görünümündeki Ölüdeniz; yerli ve yabancı turistler tarafından en çok tercih edilen yerlerden birisidir.

Fethiye’ye 14 km. uzaklıktaki Ölüdeniz ile Belcekız Plajı’nı, Kumburnu birbirinden ayırır. Belcekız’daki çok sayıda pansiyon, kamp, motel ve lokanta yılın her mevsimi hizmete açık bulunmaktadır. Çam ağaçları ile kaplı tertemiz kumsalı ve berrak denizi ile Kidrak buraya 3 km. uzaklıktadır.

Kıdrak:
Belceğiz’in 3 km. güneyindeki koy, sık çam ağaçları, temiz kumsalı ve berrak denizi ile ideal bir günübirlik dinlenme yeridir.

Kelebekler Vadisi:
Ölüdeniz’den 5-7 km. uzaklıkta, etrafı ortalama 350 m. yükseklikte dağlarla çevrili bu ilginç kanyon, adını Temmuz-Eylül ayları arasında görülen “Jarsey Tiger” adlı kelebeklerden almıştır. Yaz kış akan küçük şelale, geniş kumsal, tertemiz deniz, pırıl pırıl çakıl taşları ve çevreyi süsleyen pembe zakkum çiçekleri ile küçük bir yeryüzü cenneti olan koya ulaşım, Ölüdeniz’den teknelerle sağlanmaktadır. Dünya gezginlerinin buluşma yeri olan vadide çadırlı kamp alanı, restoran, bar, ruf, duş, kabin vb. olanaklar sunulmaktadır.

Saklıkent:
Fethiye’ye 50 km. mesafede, Muğla – Antalya il sınırını teşkil eden Karaçay Deresi kenarında, uzunluğu 18 km., yüksekliği yer yer 600 m’yi bulan muhteşem bir kanyon içine gizlenmiş eşsiz bir doğa harikasıdır. Dimdik sarp kayalıkları, çınar ağaçları, pırıl pırıl akan coşkulu kaynak suları ile doğa tutkunları için dağcılık, yürüyüş, yüzme olanakları sunan eşsiz bir turizm merkezidir.

Yakapark:
İnsan emeği ve yaratıcılığı ile doğanın engin zenginliğinin birlikte oluşturduğu, su sesi ve kuş sesinin gizeminde unutulmaz anların yaşanacağı bu eşsiz dinlenme yerine Yaka köyünden 2 km’lik bir yolla ulaşmak mümkündür.

Göcek:
Fethiye’ye 30 km. uzaklıkta, Fethiye-Muğla karayolu üzerindedir. Şirin bir balıkçı kasabası görünümünde olan Göcek, son yıllarda yat turizminin en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Doğal limanının yanı sıra etrafını çevreleyen çamlık tepeleri, yakınındaki ören yerleri, çok sayıdaki adaları ve koyları ile eşsiz bir turizm cennetidir.

Son yıllarda sayıları hızla artan modern konaklama tesisleri ve marinası ile eşsiz bir turizm cenneti olma yolunda olan Göcek, Dalaman Havaalanı’na 20 km. mesafededir.

Adalar:
Birbirinden güzel sayısız koylarla süslü Kapıdağı Yarımadası ve adalardan oluşan, balıkçıların “Karanlık İçi” olarak tanımladıkları bölge mavi yolculukların vazgeçilmez uğrak yerlerinden biridir. Fethiye ve Göcekten düzenlenen günübirlik turlarla da ulaşılabilen Yassıca Adalar, Hamam Koyu, Kurşunlu Koyu, Yavansu, Bedri Rahmi Koyu, Tersane Adası, Göbün Koyu, Boynuzbükü, Göcek Adası, Domuz Adası, Zeytin Adası, Kızıl Ada yörede “12 Adalar” olarak da anılmakta ve önemli bir çekim alanı özelliğini taşımaktadır.

Oyuktepe:
Koyları İlçedeki iki büyük tatil köyünün de yer aldığı yarım adadaki Mempaşa, Küçük Samanlık, Boncuklu, Kuleli, Aksazlar, Akvaryum, Turunç Pınarı gibi doğal koylar, özellikle yöre halkının sıkça gittiği günübirlik mesire yerleridir.

Katrancı:
Koyu Fethiye’ye 17 km. uzaklıkta Muğla – Fethiye karayolu üzerindedir. Denize kadar uzanan sık çam ağaçları ile kaplı koy, mavi ve yeşilin en güzel uyumunu sergiler. Koyda orman içi dinlenme alanı olup, duş, WC, kabin, içme suyu, büfe, kameriye, otopark gibi hizmetler mevcuttur. İdeal bir çadırlı kamping ve mesire yeridir.

Günlük (Küçük Kargı):
ethiye’ye 18 km. uzaklıkta, Muğla karayolu üzerinde bulunan koy dünyada eşine az rastlanan, güzel kokulu ve sık “günlük ağaçları”yla bezenmiştir. Pek çok hastalığın (kaşıntı, astım, bronşit, ülser ve mide rahatsızlıkları) tedavisinde ve parfümeri sanayiinde kullanılan sığla yağı, günlük ağacın salgısıdır.

Çalış Plajı:
Kent merkezine 5 km. mesafede, Şövalye Adası karşısındadır. 4 km’lik kumsal boyunca oteller, pansiyonlar, kampingler ve lokantalar bulunmaktadır. Yeryüzünde gün batımının en güzel izlendiği yerlerden biri olarak nitelendirilen Çalış Plajı, su sporlarına elverişli denizinin yanında, “Caretta caretta” adıyla bilinen deniz kaplumbağası türünün kuluçka alanlarından biri olması dolayısı ile de ilçe turizminin en gözde yerlerinden biridir.

Hisarönü – Ovacık:
Ölüdeniz beldesinde bulunan bu iki tipik Türk köyü, son yıllarda turizm potansiyellerini yoğun konaklama, alışveriş ve eğlence merkezi haline dönüştürebilmişlerdir. Ölüdeniz, Babadağ, Kaya köyü gibi çekim alanlarına da yakın olan bu iki köy, günümüzde özellikle yabancı turistlerin büyük ilgisini çekmektedir.


Cennet Adası:
Marmaris’e 30 dakikalık bir yolculuk ile ulaşılabilen ada, aslında bir yarımada olup tamamen ormanlarla kaplıdır. Pansiyon ve lokanta gibi hizmet birimlerinin mevcut olduğu Cennet Adası sezon boyu tur teknelerinin uğrak yeri olup yüzme ve eğlence için elverişli bir bölgedir.

Fosforlu Mağara:
Turunç ve Kumlubük’e tur teknelerinin uğrak yeri olan bu doğal mağara, akvaryumu andıran yeşil ve turkuvaz renkli sularda yüzme imkanı sağlamaktadır.

İçmeler:
İlçeye 10 km. uzaklıkta bulunan İçmeler, turistik tesisleri, plajı ve eğlence yerleri ile sayılı turistik beldelerimizden biri olmasının yanında hazım sistemine iyi gelen içme suyu ile de dikkat çekmektedir.

Turunç:
Marmaris’e 21 km. uzaklıktaki Turunç köyüne hem deniz yolu hem de karayolu ile ulaşabilmek mümkündür. Eski bir balıkçı kasabası olduğu bilinen köy günümüzde her türlü konfora sahip turistik tesisleri, pansiyonları ve çardak lokantaları ile yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekmektedir.

Kumlubük:
Turunç’tan 6 km’lik bir yolla ulaşılan Kumlubük’e Marmaris’ten deniz yolu ile de ulaşabilmek mümkündür. Yeşil ile mavinin iç içe girdiği yöre, temiz denizi ve harika kumu ile bölgenin en gözde plajlarından biridir.

Çiftlik:
Deniz yolu ile 2 saatlik bir yolculukla gidilebilen Çiftlik köyüne ayrıca Bakır köyü üzerinden de ulaşabilmek mümkündür. İri kumlu plajı ve çardak lokantaları ile bilhassa yatçıların konaklamak için seçtikleri bir koydur. Koyun içinde küçük bir adası bulunan köy, jeep türü araçlar ile safari turu yapanlar tarafından da tercih edilmektedir.

Günnücek:
Marmaris’e 2 km. uzaklıkta bulunan Günnücek’te dünyada eşi çok az görülen günlük (Liquidamber orientalis) ormanı bulunmaktadır. Bu ağaçlardan elde edilen sığla yağı ilaç ve parfümeri sanayinde kullanılmaktadır.

Yalancı Boğaz:
İlçeye 8 km. uzaklıkta bulunan bu kara parçası, bir gemi kaptanının fırtınalı bir havada burayı körfeze açılan boğaz zannedip gemisini karaya oturtmasından sonra “Yalancı Boğaz” adını almıştır. Ağaç yapımı Gulet tersanelerinin bulunduğu bu yöre mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisidir.

Güvercinlik:
Bodrum’a 25 km. uzaklıkta, yeşil ve mavinin iç içe geçtiği harika güzelliğe sahip bir koydur. Güvercinlik bu doğal ve doyumsuz güzelliği yanında, karşısında bulunan Salih Adası ile de ilgi çekmektedir.

Torba:
Bodrum’a 5 km. uzaklıkta sakin bir köydür. Çam ve zeytin ağaçlarının yeşilliği ile pırıl pırıl bir denizin kaynaştığı şirin ve hareketli bir koy olan Torba’dan Didim, Milet ve Priene’ye tekne turları yapılmaktadır.

Gölköy:
Bodrum’un 13 km. kuzeyinde bulunan Gölköy, çam, mandalina ve palmiye ağaçlarının serin bir denizle birleştiği doğa harikası yörelerimizden biridir.

Gündoğan:
İnsan elinin az değdiği, güzelliğini en doğal biçimiyle hala korumakta olan Gündoğan Koyu, Bodrum’a 18 km. uzaklıkta olup mandalina bahçeleri ile ünlüdür.

Yalıkavak:
Bodrum’a 18 km. uzaklıkta bulunan köy, yarımadanın kuzeybatısındadır. Yel değirmenleri, denizi, balığı ve narenciyesi ile ünlü olan Yalıkavak’ın bir diğer özelliği de en ünlü süngercilerin buradan çıkmasıdır.

Gümüşlük:
Yarımadanın en eski yerleşim birimlerinden biridir. Bölgede Tavşan Adasını karaya bağlayan eski limanın kalıntılarını yer yer görebilmek mümkündür. Berrak denizi ve balığı ile ünlü olan Gümüşlük ayrıca flora yapısının zenginliği ile de dikkat çekicidir.

Kadıkalesi:
Berrak bir deniz ve narenciye bahçeleri ile çevrili olan Kadıkalesi, Bodrum’a 23 km. uzaklıkta olup adını Helenistik dönem mimarisinin örneklerinden olan kale kalıntısından almıştır.

Turgutreis:
Adını ünlü Türk denizcisi Amiral Turgut Reis’ten alan kasaba Bodrum’dan sonra yarımadanın en kalabalık yerleşim merkezidir. Gün batımının en güzel izlendiği yerlerden biri olan Turgut Reis mandalina bahçeleri ile ünlüdür.

Akyarlar:
Nefis bir kumsala ve pırıl pırıl bir denize sahip olan koy, Bodrum’a 13 km. uzaklıktadır. Antik adı Arhialla olan Akyarlar, sörf için son derece uygun koşullara sahip olması ile dikkat çekici olmaktadır.

Bağla:
Yarımadanın en güzel koy ve plajlarından birine sahip olan Bağla, kamp yapmaya oldukça elverişli olup Bodrum’a 14 km. uzaklıktadır.

Aspat:
Yöresel türkülerde adı geçen Aspat’ın eski adı Aspartos’tur. Bağla’dan sonra deniz kıyısında yükselen bölgede, Klasik Çağ’dan günümüze dek gelen çeşitli uygarlıkların kalıntıları görülebilmektedir.

Ortakent:
Mandalina bahçeleri ve ılık denizi ile ünlü olan Ortakent Bodrum’a 14 km. uzaklıkta olup Bodrum’daki köy yaşamını gözlemlemek için en uygun noktalardan biridir.

Bitez:
Bodrum’a 10 km. uzaklıkta bulunan Bitez, köyle deniz arasındaki araziyi kaplayan mandalina bahçeleri ile maviyle yeşilin birleştiği en güzel köşelerden biridir.

Karaada:
Bodrum’a yaklaşık 6 km. mesafede bulunan Karaada, şifalı sıcak suyu ile ünlüdür. Doğal bir mağaradan çıkan bu suyun ve mağaradaki çamurun çeşitli rahatsızlıklar üzerinde etkisi olduğu söylenmektedir.

Ada Boğazı (Akvaryum):
Suyun berraklığı nedeniyle Akvaryum adıyla adlandırılmaktadır. İç adanın açıklarında 30 m’ye kadar derinliği olan deniz tabanı çıplak gözle görülebilmektedir.

Ekincik Koyu:
Köyceğiz’in 40 km. güneybatısında olan koya karadan ve denizden her zaman ulaşabilmek mümkündür. Doğal bir liman olan Ekincik Koyu’na günde ortalama 50-60 yat demirlemektedir. Mavi yolculuğun en önemli duraklarından biri olan koy, iri kumlu plajı ve temiz denizi ile yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekmektedir.

Dalyan Boğazı:
Dalyan’da Köyceğiz gölünü Akdeniz’e bağlayan tekne turuna katılanlar, nereden girilip nereden çıkıldığı belli olmayan daracık koridorlar arasında dolaşmakta, rotanın sağında ve solunda metrelerce uzunluktaki kumsalları ve çam ormanları içindeki koyları görebilmektedirler.

Gökova:
600 m. yükseklikteki Muğla platosundan karayolu ile Gökova’ya inilirken, Sakartepe Geçidi’nden deniz seviyesindeki Gökova’yı yüksekten seyretmek ziyaretçilere unutulmaz anlar yaşatmaktadır.

Turizm sezonunda her gün Gökova’dan Bodrum ve Marmaris’e tekne turları düzenlenmekte olup, körfezin hemen ucunda, Akyaka köyündeki iskeleden kalkan teknelerle yeşil ile mavinin kucaklaştığı koyları görmek mümkün olmaktadır.

Dalaman:
Dalaman’ın dağlık ve ormanlık kesimleri, yayla turizmi açısından son derece elverişli koşullar sunmaktadır. Kıyı şeridinde ise “Mavi Yolculuk” güzergâhının en güzel köşeleri olan Sarsala, Büngüş, Poruklu, Akbükü, Boynuzbükü, Taşyaka, Sıralıbük, Hamamlar ve Kurşunlu bulunmaktadır.

Datça:
Kargı, Palamut bükü ve Mesudiye koyları, Datça yarımadası’nın görülmeye değer en güzel yerleridir.

İztuzu:
Çam ormanları ile iç içe kumsalı, temiz mavi denizi ve bol güneşin yanı sıra, dünyada nesli tükenmekte olan Caretta caretta kaplumbağalarının üreme ve barınma alanı olması ile dünya çapında üne kavuşmuştur.

Yaylalar :

Muğla'nın güneydoğusunda, merkeze 3 km. mesafede, İrim adı verilen yollarla örülmüş, soğuk suyu, verimli toprakları, yüksek çınarları, bol meyve ağaçları, üzümü, sebzesi, tütünü ve yöreye has bir özelliği olan "Kuyu Büryanı" yemyeşil ağaçlar arasından görülen bembeyaz badanalı evleri ile güzel bir görünüm sağlayan serin bir dinlenme yeridir. Her evde bulunan derin, soğuk suyu olan kuyuları ve bu kuyulara bağlantılı tulumbaların sesleri, kuş sesleri ile karışınca bambaşka bir doğal güzellik ortaya çıkar. Sıcak yaz günlerini yaylada geçirme geleneği halen sürdürülmektedir.

Rafting:
Marmaris ve Fethiye arasında kalan Dalaman Çayı'nda her mevsim rafting yapılabilmektedir.

Kuş Gözlem Alanı :

Bafa Gölü

Güllük Deltası

Köyceğiz Gölü

NE ALINIR?

Özellikle Milas, Bodrum ve Yatağan ilçelerine bağlı köylerde halıcılık en yaygın el sanatlarındandır. Fethiye'de kilim ve destar dokumacılığı gelişmiştir. Yatağan ilçeleri Kavaklıdere Bucağı bakır dövme eşyalar yapılmaktadır. Milas, Bodrum ve Yatağan halılarından, Fethiye kilim ve destar dokumalarından, Kavaklıdere Bucağı bakır dövme eşyaları yöreden alınabilecek hediyelik eşyalardan yalnızca birkaçıdır.


Ne Yenir ?
Muğla ve ilçeleri zengin yemek çeşitleri ile Türk Mutfağı'nın özelliklerini yansıtır. Özellikle sebze yemeklerinde ve hamur işlerinde görülen çeşitlilik şaşırtıcıdır. Tarhana, ara ve dutmeş (çorbalar); çopur, döş, çızdırma, gürlen kebabı, sura, ballık kavurma, dövme köfte ve karın-kumbar dolması (et yemekleri); her tür balık ızgara ve buğulama, pirinçli balık (balık); hardal haşlaması, börülce kavurma, sirken otlaşı, ekşili biber, galli patlıcan (sebze); ballı kabuk, üzüm köftesi, hoşmerim, pekmez reçeli, üzüm, domates, patlıcan ve kabak reçeli (tatlılar) yöreye has mutfak kültürü ürünleri olarak tadılmaya değer lezzette yiyeceklerdir. Mutlaka deneyin...

Yapmadan Ayrılma :
Bodrum'u, Fethiye'yi, Köyceğiz'i, Marmaris'i, Datça'yı görmeden,

Perşembe günleri kurulan Muğla Pazarı ve Arastayı gezmeden, Muğla Müzesi'ni ziyaret etmeden, Muğla Evleri'ni görmeden,

Muğla'ya özgü dokuma kumaşlardan almadan,

Muğla keşkeği yemeden,

Çındar kavurması, Börülce teretoru yemeden,

Muğla yerel düğününü görmeden,

Karabağlar Yaylası'nda dolaşmadan dönmeyin.


KÖYCEĞİZKÖYCEĞİZ

İngiliz kraliyet ailesinden başlayıp, Japon prensine ve İspanyol veliahdına uzayıp giden bir ünlüler listesi... Hepsinin Ortak özellikleri, Türkiye'ye geldiklerinde, kimseler duymadan da olsa Köyceğiz'e uğramadan edememeleri. Bu gizli ilginin odak noktası, kendi sevimli dünyasını yasayan Köyceğiz'in adındaki mütevazılığın içinde saklı.

Bazen yeşil, bazen sararmış sazlıkların sarıp sarmaladığı kıyılar... Uzun boylu Günlük ormanları. Dallarında limonlar, portakallar ve mandalinalarıyla narenciye bahçeleri... Hele hele Mart aylarında sokak aralarını dolduran limon çiçeklerinin dayanılmaz kokusu. Yeşilliğin koynunda, kıvrıla büküle, ine çıka uzayıp giden yolun, sizi alıp götürdüğü o güzelim lacivert sularıyla Ekincik Koyu... Arkada, ormanların gerisinde, basları ebruli bulutlara doğru uzanmış dağ silsileleri... Kaynağı bu dağlardan beslen çağıltılı çaylar... Onların beslediği kimi zaman durgun, kimi zaman çalkantılı Köyceğiz Gölü...

Labirent gibi sazlıklarla çevrili kanalların sağ yamacına yaslanmış, zirvesinde eski zaman Tanrılarının buluştuğu söylenen "Olympos" , diğer adıyla "Ölemez Dağı"... "Ölemez" dağının göle bakan yemyeşil yamaçlarının dibinde, beyaz ufacık kubbeleriyle şifalı Sultaniye Kaplıcaları, az ötesinde de ünü asırlar öncesine dayanan "Çamur" göletleri... Kanalların hemen başladığı yerde solda, kırmızı kiremitli evleriyle Dalyan ve karsısında çağların mirası Kaunos kenti, gizemli kral mezarları...

Yörenin insani da iklimi gibi ılıman, yumuşak ve sakin. Yasamın sorunlarını büyütmeden, oflayıp püflemeden ellerinden geldiğince çözmeye çalışıyorlar. İyi kötü herkesin başını sokabileceği bir evi var, bazılarının üç beş ağaçtan da oluşsa bir mandalina bahçesi, birkaç keçi ve inekleri de var. O küçücük tek katlı evlerin hepsi de kendine göre bir özen içersinde: Teneke kutulara dikilmiş kokulu karanfiller, kızıl sardunyalar, bahçe kenarlarında koca yapraklı muzlar, katmerli begonviller, salkım söğütler, göl kıyısında çay bahçeleri...

Civar köylerden ve yüksek yaylalardan, her Pazartesi kendi küçük bahçelerinin, tarlalarının ürünlerini sepetlere doldurup Köyceğiz'e taşıyan köylüler... Cıvıl cıvıl bir semt Pazarı... Binbir çeşit baharat satan ihtiyar amcalar, Doğal alanlarda yetişmiş sebzeleri tahta tezgâhlara dizen kadınlar. El emeği göz nuru çeyizlik işlemeleri pazarlayan gelinler. Elmaları parlatan çocuklar, yolun üstüne gerilmiş tentelerin altında rengârenk plastiklerini, alüminyum tencerelerini yaymış seyyar zücaciyeciler. Binbir kokuyu üzeri kalpli minik cam şişelere doldurup satan "misçi". Yerel tezgâhlarda dokunmuş kumaşlar, çiçekli basmalar, koyun çıngırakları, göz alıcı boncuklar, delikli keçi peynirleri, boy boy kavanozlarda zeytinler, mevsim uygunsa mantarlar, çintarlar, dünya sofralarının en değerli yemeğinin malzemesi kuzugöbekleri... Dağlardan getirilmiş kar şerbeti satan beyaz önlüklü, pos bıyıklı bir adam. Dumanı mis gibi kokan tezgâhtan köfte ekmek yiyerek karnını doyuranlar. Oraya buraya çömelmiş ya da bağdaş kurmuş beyaz yemenili nineler, önlerinde dizi dizi bakraçlarda ayran ve kaymaklı yoğurtlar, birkaç domates, bir topak yağ, bir bakraç salça, sepette taze yumurtalar... Onları satacaklar da, aldıkları üç beş kurusu evlerine götürecekler. Hepsi güler yüzlü, tok gözlü... Herkesin hoşuna gidebilecek bir renk, koku ve ses cümbüşü Köyceğiz pazarı. Hiç aklınızda yokken satın alıp bir yığın şeyi doldurduğunuz Pazar torbaların ağırlığını bile hissetmiyorsunuz bu şenlikli kalabalıkta...

Köyceğiz sırtını yemyeşil sarıçam ormanlarına dayamış... Sandras dağının, Köyceğiz Gölü ve Akdeniz'e bakan yamaçlarındaki Ağla yaylası, on üç kilometre uzaklıkta, denizden sekiz yüz metre yukarıda. Köyün ortasında, Eski küçük caminin yanında, çınarların gölgesinde yüksek teraslı bahçesiyle bir kahve var. Yaylanın lezzetli suyuyla demlenmiş tavsan kani çaylar anında tahta masada... Köyceğiz, Göl ve Akdeniz manzaralı bu şirin kahvede içilen çayın tadı, sanki bir başka.

Yuvarlakçay, sularında ördeklerin dolaştığı asırlık ağaçların gölgesinde bir su cenneti. Alabalık, tandır ve yerel mezelerle masanızı hemen donatıveren güler yüzlü çocuklar... Çınar ağaçlarının dallarına kurulmuş salıncaklarda çınlayan çocuksu kahkahalar. Sözün özü, her mevsim ayrı bir yaşanası güzellik burada. Biraz tepeye doğru yürümeyi göze alırsanız, suyun kaynağına ulaşıyorsunuz, köylülerin deyimiyle suyun gözüne... Ne hoş, ne anlamlı... Yeraltından çıkan suyun dünyayı ilk kez gördüğü yer, suyun gözü...

Dik yamaçlarda genç çamların yanında asırlık çınarlar, günlük ağaçları ve kumlu çakıllı toprağı delerek çıkan soğanlı bitkiler. Çevrede Binbir çeşit kus, serçeler, yalıçapkınları, kızıl gerdanlar, saz bülbülleri, puhular, şahinler.

Köyceğiz'e yağmur da bir başka yağar. Su toprağı, toprak da suyu özlemiş gibi kavuşurlar... İki sevgili gibidir onlar burada... Koyun koyuna, canları çektikçe kucaklaşıp sevişirler coşkuyla... Toprak hep istiyor suyu, o da yerden gökten, dağdan tepeden geliyor ona... Sık yağan ama arkasından hemen günesin açtığı bereket dolu sağanak yağmurlar.

Dağların böğründen şarkı söyler gibi kopup gelen akarsular. Dingin ve bilge Köyceğiz gölü. Kenarında binlerce yıllık Karia ve Likya uygarlığının parmak izlerinin, alın terinin hala yasadığı kanallar. Atlas Okyanusu ile bu sahiller arasında gizemli ve sonsuz bir kilimi dokuyup duran caretta carettalar ve onların yumurtladığı altın sarısı kumsallar...

Ne Yenir ? Balık ürünleri hem ucuz hem de bol

Yapmadan Ayrılma : Gece Köycegiz gölünde tekne ile Mehtap turuna çıkın. Sulataniye kaplıcalari ve çamur banyolarina girin.Beyobası'na uğrayın, Tandır kebap ve kiremitde alabalık yiyin.İztuzu plajına ugrayın kaplumbağalarla arkadaşlık edin.Köyceğiz gölünde, Labirent gibi sazlıklar arasında tekne ile tura çıkın..

MİLAS - KETENDERE KÖYÜMİLAS - KETENDERE KÖYÜ
KETENDERE Muğla’nın Milas ilçesine bağlı, Latmos (Beşparmak) dağlarinin zirvesine yakın bir noktada,özelliklerini yitirmeden yasayan bir Türkmen köyü.Anadolu’nun diğer köylerine hiç mi hiç benzemiyor.Ne doğu’nun sarı toprak rengi, ne de Karadeniz’in yeşili var orada. Latmos dağinin kayaliklari arasinda serpiştirilmiş taş duvarlı,ahşap tavanlı, rengarenk boyali pencereli evleri usta bir mimari orneği.
Latmos dağlarının guney yamacından Milas ovasına bakan bu şirin köy,gitmesek de,görmesek de bizim olan köylerimizden sadece birisi.Doğanın vermeyip de kendilerinden esirgediği renkleri desen desen,renk renk evlerin pencerelerine,ahşap tavanlarına ve dolap kapaklarına işleyen ressamların köyü KETENDERE..
Geleneksel ev mimarisini ve kültürlerini günümüze dek koruyabilen sayılı köylerden. Ketendere evleri, dünle bugünü ustaca kaynaştıran mimari bir üslup taşıyor.Taştan yapılmış evlerde bacalar estetik görünüşüyle ilgi çekiyor.Baca tepelerinde, yarım ay, ya da kartal başı şeklindeki figürlere rastlanıyor. Köy evleri, yörede çokça bulunan iri yontma taşlardan yapılmış. Taşlar arasına yerleştirilen küçük kiremit parçaları ise, hem yapıyı sağlamlaştırıyor hem de estetik bir görünüm kazandırıyor. Bu evlerin yaratıcılarından biri olan İbrahim AYDOĞDU bu evleri bir buçuk, iki ay gibi bir sürede bitirdiğini söylüyor. İbrahim dede 76 yasını geride bırakmasına rağmen hala dinç görünüyor ancak ustalığı da bırakmış. “ Şimdilerde isin kolayı çıktı “ diyor. “Örüyorsun tuğlayı, döküyorsun betonu oluyor sana ev “ diyor,memnun görünmeyen bir ifadeyle.
Ama Ketendere'de diğer komşu köylere göre tuğla ev sayısı çok az. Evlerin pencerelerini süsleyen rengârenk tahta kepenklerin boyaları yavas yavas silinmeye yüz tutmuş görünüyor.Ne var ki, Bodrum ve Marmaris'ten gelerek, bu kapı ve kepenkleri yok pahasına satın alıyorlarmış.

İkiztaş, Kızılağaç ve Ketendere köyleri Çomakdağ köyleri olarak isimlendirilmekte. Taş evleri ve köy halkının yöresel kıyafetleri görülmeye değer. Evlerin ahşap oymalarının renkleri solmus da olsalar, yer yer hala kullanılıyor. Kapılarda, tavanda ve dolaplarda bulunan çok renkli oymalar sanatsal bir değere sahip. Ayrıca kendilerine özgü düğünleri nedeniyle özellikle yaz aylarında düğün olan günlerde köylerin ziyaretci trafiği de artıyormuş. Düğünleri 4 gün sürüyormuş. Köy, geleneklerinden kopmadan yaşamaya devam ediyor.Dibekte buğday dövülüyor, evlerin verandalarında renkli giysileriyle kadınlar,plastik leğenlerde elleriyle çamaşır yıkıyor, silah atışları yapılıyor ve en iyi atışı yapana oğlak hediye ediliyor,kadınlar kendi aralarında eğleniyorlar, gelin alınıyor ve duvak günü yapılıyor.. Her yeni evlenene "haney" adı verilen küçük evler yapıyorlar. Herkes evini yuvasını biliyor. Köyde gelin kaynana geçimsizliği olmadığını özellikle söylüyorlar. Evlerde masa, sandalye, koltuk yok. Sedirlerde veya yerde büyük minderlerin üzerinde oturuyorlar. Yemekler de yer sofrasında yeniyor. Sohbetlerde kadın erkek ayrımı yok, herkesin söz hakkı var.

Milas’dan Labranda yoluna girdigimizde, Ketendere yol tabelasını çok aradık. Dağın nerdeyse zirvesine ulaştığımız bir anda, eğer bir köy minibüsüne rastlamasaydık, tabelayı ve doğru yolu bulmak da oldukca zor olacaktı.
Geldiğimiz onca yolu geri dönmenin sıkıntısını bir zeytin agacının dibinde rastladığımız yaslı bir amca sayesinde atlattık.Sağa dön, sola dön gibi klasik tarifler, “buradan tam 5 dakika sonra sağa dön” diye bitince biz de koptuk…Aracla gidilen bir yolda, 5 dakikalık mesafenin kaç Km ile eş değer olduğunu hesaplamakla gecti yolculuğumuz.
Ketendere’de tarım arazisi yok.Silisli kaya blokları arazinin tamamını kaplıyor.Köy Halkının hepsi zeytincilik ve hayvancılıkla ugraşıyor.Kendilerine yetecek kadar zeytini ayırıyorlar kalanı da yağ yapıyorlar. Tüm yoksulluklarına karşın köyde herkes mutlu ve güler yüzlü.

Ne Yenir ? Köyde yemek yiyecek bir tesis yok..ama acıktıgınızı soylediginiz her ev yöresel ev yemekleri yemek icin ayri bir tesis...

Yapmadan Ayrılma : İbrahim AYDOGDU ustayı bulun.Tas evlerin ve ahşap boyama kapı,pencere ve tavanların öyküsünü kendi agzından dinleyin.


Eski Hieropolis şehri, dağdan akan kaynak suyunun yamaçları göz kamaştıran beyaz kalkerli taşlardan yumuşak katmanlarla bezendirerek muazzam dairevi havuzlar oyduğu, Pamukkale'nin zengin maden suları mekanı üzerinde inşa edilmiştir. Kuşkusuz, eski Likya şehri Kaunos'un sakinleri, yakınlarındaki Köyceğiz Gölünün maden bakımından zengin çamurunda banyo yapmışlardır.

İzmir - Balçova termal kaynakları, Roma çağında sularının tedavi özelliği bilinen ve yararlanılan, Agamemnon Hamamları mekanı içinde yer almaktadır. Osmanlı Hanedanı'nın ilk payitahtı Bursa, eskilerin Olimpos Dağı olarak bildiği Uludağ karşısında kurulmuştur. Burada doğal termal Çekirge kaynakları, Osmanlıları, 1. Murat (1359 - 1389 ) döneminde daha önceki Roma ve Bizans hamam kompleksinin yer aldığı mekanda daha büyük kubbeli hamam kompleksi inşa etmeye özendirmiştir.

Ege kıyında bulunan Çeşme, doğal termal kaynakları ve deniz sularının tedavi etkisi ile ünlüdür ve Marmara Denizi'nin güney sahilindeki yeşil ormanlar arasında, Yalova termal kaynakları çeşitli rahatsızlıkları tedavi ettiğine inanılan, maden bakımından zengin sulara sahiptir.

Orta Anadolu Bölgesinde yer alan "Balıklı Kangal Termal Merkezi" olağanüstü nitelikte ve dünyada kendi türünde önde gelen bir termal merkezdir. Sivas ili Kangal ilçesine 13 km. mesafede yer alan bu merkez 36 derece sıcaklıktaki şifalı suları, bikarbonat, kalsiyum, magnezyum ve çeşitli deri hastalıklarının tedavisinde hayati rol oynayan, (2 - 10 cm. uzunluğunda) küçük balıklar barındırmaktadır. Bu ilde değerli sağlık kazandırıcı tedavileri ile ünlü Sıcak Çermik ve Soğuk Çermik isimli iki termal merkez daha bulunmaktadır.

Termal tedavi alanında uluslararası standardını koruması ile ünlü diğer bir termal kompleks Kütahya yakınında Yoncalıda yer almaktadır ve "TÜTAV Termal Tesisleri" adıyla ün yapmıştır.

Ünlü Sandıklı (Afyon), Gönen (Balıkesir), Kestabol (Çanakkale), Ilgın (Konya), Kızılcahamam (Ankara), Haruniye (Adana), Ayder (Rize), Ladik (Samsun), Hasanapdal (Van) ve Billoris (Siirt) termal merkezleri, termal tesisleri ile ün yapmış ve tavsiye edilmektedirler.


Karadeniz bölgesi

Türkiye coğrafyasının kuzeyini nerdeyse tamamen kaplayan Karadeniz Bölgesi, adını komşu olduğu Karadeniz'den alır ve Sakarya ovası'nın doğusundan Gürcistan sınırına kadar uzanan coğrafi bölgedir.

Büyüklük bakımından Türkiye'deki bölgeler arasında 3. sırada yer alır. Türkiye'nin doğu-batı genişliği ve dolayısıyla da yerel saat farkı en fazla olan bölgesidir. Karadeniz Bölgesi kendi içinde, DOĞU,ORTA ve BATI KARADENİZ olmak üzere üc bölgeye ayrılır.

Yalnız çam, Doğu Karadeniz Dağları ( Kaçkarlar ),Mescit dağları, Kop dağı, Giresun dağları, Canik dağları, Küre Dağları, Ilgaz dağları, Köroğlu ve Bolu Dağları bölgenin en belirgin yükseltileridir ve kıyıya paralel olarak uzanırlar... lll. Jeolojik devirde Alp kıvrımları sonucu doğu - batı yönünde oluşan bu dağlar, "Kuzey Anadolu dağları " genel adıyla anılırlar. Kıyı ile iç kesim arasında ulaşım zordur. Dolayısıyla ulaşımda dağlar arasındaki yüksek geçitler kullanılır. Dağlar kıyıya paralel uzandığı için deniz kıyılarında doğal limanlar az, falezler yaygındır, denizin etkisi iç kesimlere kadar sokulamaz. Bölge engebeli olduğu için, tarım alanları parçalı ve dardır. Ovalık alanları azdır

Orman bakımından Türkiye'nin en zengin (%25) ve en fazla yağış alan bölgesidir.Yağışlara bağlı olarak en fazla kimyasal çözülmenin görüldüğü bölgedir. Türkiye'nin en fazla göç veren bölgelerindendir. Türkiye Taşkömürü ve bakır üretiminde birinci sıradadır. Tek doğal limanı Sinop'tur. Ancak ard bölgesi ile ulaşım zorluğu olduğundan gelişmemiştir. Akarsu rejiminin nisbeten düzenli olduğu tek bölgedir. Bölgede Çarşamba ve Bafra delta ovaları vardır.Nem miktarı en fazla olan bölgedir.Bu yüzden yıllık sıcaklık farkı en az olan bölgedir.Yıllık ortalama sıcaklık 14-15 °C'dir. En sıcak ay ortalaması 22-23°C'dir. En soğuk ay ortalaması ise 5-6 °C'dir.Her mevsim yağışlı olan Karadeniz bölgesinde yağışlar en fazla sonbaharda en az ilkbaharda görülür.

Karadeniz Bölgesi'nde büyük bir göl yoktur. Ancak sık sık heyelan görülen bu bölgede bu sebeple oluşmuş heyelan set göllerine rastlanır. Bunların en bilinenleri ise,Tortum,Sera,Abant, Yedigöller ve Uzungöl'dür.. Ayrıca yüksek dağların doruklarına yakın bölgelerde,sayısız coklukta buzul göllerine rastlanır.

Çoruh ve kolları,Yeşilırmak-Gök ırmak, Kızılırmak, Filyos,Yenice çayı ve Sakarya nehri bilinen akarsu kaynaklarıdır.

Kıyı kesiminde her mevsim yağış alan Karadeniz İklimi görülür. İç kesimlerde Karasal İklim hakimdir.

Türkiye'nin en yoğun bitki örtüsüne sahip bir bölgesidir. Bitki örtüsü, kıyı kesiminde ormanlar, dağların hemen arka tarafında ise bozkırlardan olusur. Kıyı kesimindeki nüfus yoğunluğu Türkiye ortalamasının üzerindedir. Yerleşkeler kıyı kesiminde dağınık, iç kesimlerde ise daha topludur.

Son yıllarda grafiği hızla yükselen "Doğa Turizm" alanında Türkiye'nin göz bebeği olma yolunda artan bir öneme sahiptir. Bozulmamış doğal alanların çokluğu ve yöresel özelliklerini günümüze kadar taşımayı başarmış yaylacılık kültürü, bölgeye olan ilginin artmasına neden olmaktadır.

MACAHEL - Dogu Karadeniz'de "Sakli Cennet"

Macahel ya da Maçahel, günümüzde Türkiye ve Acaristan Özerk Cumhuriyeti sinirlarina yayilan ve toplam on sekiz köyden olusan bir vadinin adidir. Vadiye, Macahela veya Maç...

DÜZCE - Sosyal ve Kültürel

Düzce`yi farkli kilan kültürel zenginlik Son 150 yildir Düzce, yöreye göç edip buraya yerlesen Çerkez, Abhaz, Laz, Muhacir, Arnavut, Tatar, Bosnak, Gürcü, Kürt ve Kiptil...

DÜZCE - Doga Harikasi Sehrimiz

Düzce, ilçe merkezinden geçen D-100 karayolu ve TEM otobani ile hem Avrupa-Asya arasindaki transit yol üzerinde yer alan hem de Akçakoca üzerinden Zonguldak’a bag...

Karadeniz Bölgesi (2)

Yaklasik 141.000 kilometrekarelik bir alana yayilan ve Türkiye’nin toplam yüzölçümünün %18’ini kaplayan Karadeniz Bölgesi, Dogu’da Gürcistan, Güney̵...

Karadeniz Bölgesi

Yaklasik 141.000 kilometrekarelik bir alana yayilan ve Türkiye’nin toplam yüzölçümünün %18’ini kaplayan Karadeniz Bölgesi, Dogu’da Gürcistan, GüneyR...

Antalya bölgesi

Türkiye'nin güney ucunda, büyük bir bölümü falez ya da yalıyarı olarak adlandırılan traverten bir kaya parçasının üzerine kurulmuş bir şehirdir. Antalya şehri, Antalya ilinin merkezidir. İçinde bulunduğu bölge, sahip olduğu arkeolojik ve doğal güzellikler sayesinde "Türk Rivierası" adını almıştır. Deniz, güneş, tarih ve doğanın bir uyum içinde bütünleştiği Antalya, Akdeniz'in en temiz kıyılarından birine sahiptir. Antalya'nın yüzölçümü 20.815 km²'dir. Nüfusu 1990 sayımına göre 1.132.211'dir. Antalya, Anadolu'nun en bereketli coğrafyalarından birinde, antik Pamfilya, Pisidya ve Likya bölgelerinin kesiştiği bir noktada yer alır. Bereketli coğrafyalara ve birçok kültüre ev sahipliği yapan Kent, tarih boyunca içinde hep değişik kültürleri, değişik sanatları ve değişik mitolojileri yaşatmıştır. Antalya, Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden biridir. Turizm, il ve kent merkezi ekonomisini belirler. Antalya aynı zamanda, Türkiye'nin büyük ölçekli göç alan illerinden biridir. Toros'ların güneylerinden kaynaklanan çok sayıda irili ufaklı akarsu, geçtikleri yerlerde ve denize dökülürken şelaleler oluşturur. Palmiyelerle sıralanmış bulvarları, uluslararası ödül sahibi marinası, geleneksel mimarisi ile Kaleiçi ve modern mekanları ile Türkiye'nin en önemli Turizm Merkezlerinden biri olan Antalya, Aspendos Opera ve Bale Festivali, Uluslararası Plaj Voleybolu, Triathlon, Golf Müsabakaları, Okçuluk, Tenis, Kayak yarışmaları vb. etkinliklere, 1995 yılında açılan Antalya Kültür Merkezi ile de plastik sanatlar, müzik, tiyatro, sergi gibi birçok kültürel ve sanatsal etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır. Konu başlıkları 1 Etimolojisi2 Tarihi 2.1 Antik dönem2.2 Helenistik Dönem2.3 Antalya'nın kuruluşu ve Bergama Krallığı dönemi2.4 Roma ve Bizans Dönemi2.5 Müslüman Türk Dönemi 3 Turistik yerler4 Kardeş Şehirler5 İlgili maddeler6 Dış bağlantılar Etimolojisi Antalya’nın Eski Adları: Attaleia, Attalia, Atalla, Sattalla, Atale, Ataliyye, Etaliyye, Adalin, Adalya, Antalya, M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren 546 yılına kadar bölgede süren Lidya Krallığının egemenliğine, bu tarihten sonra da Pers egemenliğine girmiş. Makedonya Komutanı Büyük İskender, bölgedeki Pers egemenliğine M.Ö. 336 yılında son vererek bölgedeki bütün kentleri işgal eder. Büyük İskender M.Ö. 323 yılında ölünce, generalleri arasında uzun yıllar süren savaşlar başlar ve bu savaşlar M.Ö. 188 yılına kadar sürer. M.Ö. 2. yüzyılda Antalya'nın batı kesimi Bergama Kralı II. Attalos'un eline geçer ve Kral Akdeniz'in batı kıyısında kendi adı ile anılan "Attalia"yı; yani bugünkü Antalya Şehrini kurar. Bu tarihten itibaren kent Attaleia adıyla anılır. Daha sonra Adalia ve Adalya gibi isimler alarak günümüze Antalya olarak ulaşır.

17 Kasım 2007 Cumartesi

Kapadokya bölgesi

Kapadokya 60 milyon yıllık bir tarih, Erciyes, Gül dağı ve Hasan dağ’ ın püskürttüğü lav, küllerin oluşturduğu tabakanın zaman içerisinde yağmur ve rüzgar ile oluşumunu tamamlayan bir doğa harikası.

Kapadokya Pers dili ile Güzel Atlar Ülkesi….

Kapadokya uzun tarihler boyunca ticaret kolonilerini içerisinde barındırmış ve ülkelerin birbirleri ile ticari ve sosyal alanda birleşmelerini sağlayan bir köprü rolü oynamıştır. Ayrıca Kapadokya ipek yolu’nun önemli kavşaklarından biridir

Kapadokya doğanın ve tarihin bir arada bulunduğu dünyanın en güzel bölgelerinden biridir. Kapadokya bölgesinde coğrafik olaylar peribacalarını oluşturmuş ve tarihi süreçte insanlar buradaki peribacalarının içlerine ev, kilise gibi yerleşim birimleri oyarak kullanmışlar ve bu yerleşkeleri çeşitli freskelerle süsleyerek bu olağan üstü bölgenin günümüze kadar ulaşan güzelliğini bizlere sunmuştur.

Kapadokya bölgesini eski çağda roma imparatoru Augustus antik dönem yazarlarından Strabon 17 kitaplık Geographika isimli kitabında(Anadolu XII,XIII,XIV) Kapadokya sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzanan bölge olarak belirtmiştir.

Günümüzde Kapadokya bölgesi, Nevşehir, Niğde, Aksaray, Kırşehir ve Kayseri illerinin kapladığı alanda bulunmaktadır. Fakat kayalık Kapadokya bölgesi Uçhisar, Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresindeki daha dar alandan ibarettir.

Geleneksel kayalara oyulmuş Kapadokya evleri ve güvercinlikler Kapadokya bölgesinin özgünlüğünü dile getirirler. Kapadokya evleri 19. yüzyılda yamaçlara ya kayaların yada kesme taşlardan oluşturulmuştur.

Kapadokya bölgesinin volkanik yapısından dolayı ocaklardan çıkan taşların yumuşak oluşu ve rahat işlenebilme özelliği ve hava ile temasından sonra çabuk sertleşebilmesi nedeni ile dayanıklı bir yapı malzemesi olan bu taşlar Kapadokya bölgesinin tek mimari malzemesi olmuştur. Kapadokya bölgesindeki bu volkanik taşların miktarının fazla olması ve kolay işlenebilme özelliği ile yöreye has olan taş işçiliği geliştirilerek mimari bir gelenek haline gelmiştir. Kapadokya bölgesindeki evlerin avlu ev kapılarının malzemesi ahşaptır.

Kapadokya evlerinde kemerli yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık ve rozet motifleriyle süslenmiştir. Kapadokya bölgesindeki güvercinlikler 19. yüzyılın sonları, 18. yüzyılda yapılmış küçük yapılardır. İslam resim sanatını göstermek açısından önemli olan güvercinliklerin bir kısmı manastır veya kilise olarak inşa edilmişlerdir. Güvercinliklerin yüzeyi yöresel sanatçılar tarafından zengin bir bezemeler, kitabeler ile süslenmişlerdir.